Bugün (13 Şubat) Hüsniya’nın (anneannem) ve sevgili Zeynep Teyze’min ortak doğum günleri. İkisi ile de uzun zamandır görüşemiyoruz (Allah rahmet eylesin). Şimdi baktım, Gönül Abla Zeynep Teyze’nin bir doğum gününde çekilmiş fotoğrafını yayınlamış instagram hesabından… Zeynep Teyzeler (Kâzım Amca, Gönül, Güler, Gülseren Ablalar), bizimkilerin SoğukSu’dan (Küçük Çekmece’nin orada bir ilçe) komşularıymışlar, öyle tanışmışlar. Hüsniya’nın SoğukSu’dan bir de Melahat Teyze adında bir arkadaşı vardı – onun eşi İsmail Amca sessiz, sakin bir beydi; çayı çok severdi, Hüsniya gibi, benim gibi. Güzel de çay demlermiş (ben hatırlamıyorum), Hüsniya derdi, bir gün İsmail Amca ona güzel çay demlemenin sırrını söylemiş, o da bana demişti: suyunun iyice kaynar olması gerekirmiş (sır deyince, insan ister istemez beklentiye giriyor). Ben de öyle demlerim hep.
Neyse, diyeceğim o değildi, diyeceğim, şimdi İsmail Amca da, Zeynep Teyze de, Hüsniya da gittiler, kendi aralarındaki sohbetleri, anıları kaldı, işte bütün klişesi ile “insan hatırlandığı müddetçe yaşar..”, Stat rosa pristina nomine, nomine duda tenemus falan filan…
Ama garip geliyor işte. Taşınalı 10 yıl olan evinizde, duvar kağıtlarını yenilemek için kazıdığınızda arkasından dedenizin 5 yaşındayken yaptığı (diyelim) bir resmi bulmak gibi — iyice klişeye kaçtım, sevdiğimiz Amélie Poulain gibi olmayalım derken bodoslama Sunay Akın çıktık, daha ben ne diyeyim! 8P
Öyle bir şeyler işte. Hayaletler, iyi güzel temiz hayaletler. Ece’nin torununun torununu bu vesileyle buradan selamlarım.
Bahar/Yaz akşamları 5 civarı ikindi güneşinin turunculuğunda yeni yıkanmış balkondaki kanepede içtiğimiz çayların tadı geldi aklıma. Güven Dayı’mın yurtdışından (Almanya’dır herhalde) getirdiği kalın, yeşil çizgili beyaz kupa (Hüsniya’dan sonra kayboldu o kupa. Sonrasında Amerikan filmlerinde hemen her diner sahnesinde görecektim).