Bu aralar köpek balığı misali sürekli bir hareket zorunluluğu içerisindeyim: yapmam, yetiştirmem gereken bir dolu iş var ve hepsi birbirinin ardına domino taşları gibi dizilmiş durumdalar – araya beklenmedik bir parça eklendiği zaman bütün sistemim yerle bir oluyor. Bugün önce seminer (master ve doktora öğrencileriyle seminer, aktivite kulübü çatısında toplanıyoruz), hemen ardından da fizik dersim vardı. Dün semineri hazırladım, gece ikide yattım, evvelsi günden de çok az bir uykuyla duruyordum. Cuma günü sınav var ve bugünkü plan derste soru çözmekti. Sorular (kitap) bilgisayarda idi, çıktılarını almaya başladım, o sırada yaz okulu için Mois aradı — taa iki hafta öncesinde bugün konuşmak için sözleşmiştik ama aklımdan çıkmış. (bütün bunları arka planda yoğun bir uykusuzluk tonlamasıyla (prusya mavisi) okuyun). Mois’le konuşma bitti, seminer dersinin saati geldi, neredeyse kimse gelmemiş (elektrik kesintisi, metro, sunum yapmak istemeyiş…). Seminer odasındaki bilgisayarın adaptörü yok olmuş, benimki yazıyıcıya bağlı, soruların çıktısı alınacak, elektrik kesintisi bu arada, neyse jeneratör. Yazdırmayı iptal edip laptop’ı seminer odasına taşıdım, arkadaşlar sağolsunlar yaptık bir şeyler (ben yapamasam da). Seminer dersinin toplantısı biter bitmez odaya uğra, laptop’u çantaya koy (çünkü laptop’dan bakacağım sorulara), bölüme yollan (çünkü ders başka bir bölümde, kampüsün diğer ucunda), derse geç kal, orada jenaratör çalışmıyor olsun, sorusuz kal, kitap temin et, oradan yapmaya başla, birkaç yanlış yap, moralin bozulsun, uykusuzsun zaten, sonra daha da berbat bir performans eşliğinde dersi bitir, geri gel.
Bugün bir kez daha uykusuzluğun insanın performansındaki olumsuz etkilerini göstermiş oldum, ilginize teşekkür ederim. Çocuklara ayıp oldu, onlara da mümkün mertebe telafi için bugün açılmayan bilgisayarımdan bakıp da yazamadığım soru setlerini çözümleriyle beraber göndereceğim.
Bir şey aksayınca zincirleme geliyor her şey. Fırsat vermemeli, süt içip erken yatmalı. Enseyi de karartmamalı.
Halbuki geçen hafta ne güzeldi, en güzel haftaydı.
aynisindan oteki kitada — +1 diyeyim, enseyi (ve de icimizi) karartmayalim…
metinlerde buluştuk, kopkoyu deyimlerde,
koşut ve eşzamanlı okuduk kimi kitapları;
o arada iki de defterimiz oldu,
biri babasına daha çok benziyor.
bir türlü kotarılamayan uğraş,
ç harfini daha yeni dönmüşüz,
gözlerimizde ibni sina bozukluğu,
dostumuzsa, bodrum’da, dönmez geri.
uzaklardaydın, oracıkta, öbür kıtada,
keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
tam yerine gitti / rezonans.. — Geçtikti bir gün hani
Ormandan ve aydınlıkların fısıltısından
Kenti görmeye gittikti yağmurda
Yürüdüktü dar sokaklarda saatlerce
Girdikti sonunda yanık yağ kokulu
Çinko tezgâhlı bir meyhaneye
Göz göze geldikti sevimsiz bir papağanla
Demiştin o gün bana, anımsıyorum
Ah, acısız boğulabilir insan.
Eylüldü, mavi dönemiydi sanki Picasso’nun
– Denize inen atlılar –
Sonra sonra Guernica ve
“Chat et oiseau”
Yıl bin dokuz yüz otuz dokuz
Yas içinde bütün dünya
Şehirler yanmış yıkılmış
Gördüktü ne kadar yorgun
Ne kadar çaresizdi İsa
Ve demiştin bir gün, anımsıyorum
Mutsuzluk da boğabilirmiş insanı
Bir gün, akşama doğru, alacakaranlıkta.
(… falan filan …)
mesela… — bir parca yetenegim olsa gun bugundur deyip “Ilk Yaz Sikayetcileri” adli bir punk grubu kurardim…
Trust me, I know what I’m doing… — …o halde Düşes ve tüm Henry Morgan sevenler için gelsin:
Sledge Hammer! 1. Sezon finali
Bu link de ne olduğunu anlayamayanlar için: Sledge Hammer! Ratings and second season
80violence… — Kuralım canım kardeşim, yeteneksiz de olur, önemli olan niyet… “İlk Yaz Şikayetçileri” güzel ama ben yan proje grubu ismi olarak “Bezik Oynayan Kadınlar”da da davul çalarım. Ayrıca ¡Oso Panda pero! ¡Oso Panda Pero!
Sledge Hammer — Asisim siz Space Dandy izlediniz mi?