Evet kullanmışım, 8 sene önce. Filmlerle aramız bozuk (geçen gün "Albino Noi" ve "Voksne Mennesker"in yönetmeni Dagur Kari’nin "The Good Heart"ını izledik, o güzeldi bak) ama dizi derseniz, ohoooo memur bey.
Çoktandır böyle derli toplu bir dizisi yazmamıştım ama sevgili kraliçemin son posket‘ini de seyredince, iyice motive oldum. Oradan öğrendim ki, Community ile Growing Up Fisher iptal olmuş: Growing Up Fisher, acemiliklerine karşın, dengeli bir diziydi, birkaç damla yaş düştü, çok ağlamadık; Community, evvelden hastası olduğumuz bir diziydi, ama muhterem therapy? elemanlarının da dediği gibi "there’s nothing darker than love that’s gone sour" (Bowels of Love). Futuruma’da da, Arrested Development’da da böyle olmadı mı! Yıllardır (yakında 15. zafer senesine gireceğiz, bu vesileyle) söyledim, söylüyorum, söylerim: giden sevgililer asla ve de asla ve asla geri dönmemelidirler, "giden sevgili" oldukları gerçeğini o güzelim gözlerinden, güzelim endamlarından ve güzelim her şeylerinden asla çıkarmamalıdırlar. İki taraf için de üzücü oluyor öbür türlüsü.
Parks and Recreation (ki gönlümüzde tahtı vardır) seneye veda edecekmiş, zaten sezon finalinin son 5 dakikasında epey uçtular, vedaları muhteşem olacaktır, eminim. Psych da veda sezonuyla ilerliyor, onunla da tadında ayrılacağız. Castle da bitebilir artık, halen izlemekte olsak da yokluğunu çekmeyecek bir noktaya geldik. Bu kulvarda (Psych, Castle, etc..) ele alageldiğimiz bir diğer dizi olan Person of Interest büyük plot’a kilitlendiğinden beridir, tadından azaldı, olsun. Sherlock’u ilk sezondan sonra bırakmıştım, ocak ayında THY’de yer bulamadığımdan Lufthansa ile uçunca gidiş-gelişlerdeki 5 ve 7 saat Münih aktarmalarında 2. ve 3. sezonları aradan çıkarmış idim (hele de 3’ün ilk bölümü!), şimdi Bengü’yle çok ama çooooook zamanımız olduğunda izliyoruz. Bir ara da Lucy Liu’lu Elemental’a başlamıştık, gittik birkaç bölüm ama orada kaldı (kötü olduğundan değil de uzun olduğundan, bir de nerede coşku kardeşim? Lucy Liu’ya sakinlik hiç yaramıyor (Manavım ben manaaaaav!)).
Geride bıraktığımız dizileri buraya alalım, sahnenin önünde toplanıp "Samanyolu"nu söyleyelim, el ele tutuşalım (geçenlerde favori gruplarımdan Mecano’nun (80’ler İspanyasının 80’ler Türkiyesinin Sezen Aksu’su gibiymişler) 2000’lerde bir TV programında bir araya gelişinin görüntülerini izledim, üzüldüm de üzüldüm (ABBA neden bir araya gelmiyor? Çünkü akıllılar, İsveçli onlar!)): Threesome, Dirk Gently, Breaking In… Threesome‘ı hala arıyoruz, bambaşka bir şeydi o. Bir karakterini Sherlock’un "The Dog of the Baskerville" bölümünde, bir diğerini Moone Boy’da yeni resim öğretmeni olarak gördük de, hasretimiz depreşti, ne deli komşumuzdun sen Fahriye Abla!.. Dirk Gently’nin devamı gelir belki – Stephan Mangan elindeki on bin karpuzun bir kısmını (biz Episodes kalsın deriz, düşes Jeeves & Wooster’ı tutmak ister, Mangan’ın da işi zor şimdi Allah için…) yere koyarsa (şimdi baktım Wiki’ye, "ncık" imiş, yok yani devamı filan).. Geçen Veep’i seyrederken tanıdık bir oyuncu çıktı da, nereden, nereden, aradık bulduk: Dirk Gently’deki ciddi, vakur sidekick değil miymiş meğer! (Darren Boyd) Veep de güzel gidiyor, Web Therapy’yi severek izlerken bırakmıştık artık oradaki "kötülüklere" dayanamayarak, aynı gerilim -farklı bağlamda olsa da- Veep’de de bolca var (Bengü cumhurbaşkanlığına adaylığını koymayı düşünüyordu nicedir, çok şükür bu dizi onu bu fikrinden vazgeçirdi 8P). Breaking In, Sui’ciğimin bana tavsiyesi idi, bayıla bayıla izledik, gidişine de, hem de öyle zamansız gidişine yandık, yanarız (hele de ikinci sezonda Megan Mullally kadroya eklenince daha da süper olmuştu!).
Kışın açıkta kalmamak için (aslında diziler söz konusu olunca yazın demek daha doğru oluyor), arada depreşir, dizi avına çıkarız. Geçen haftalardan birinde Bengü’yle Breaking In’in rasgele açtığımız bir bölümünü seyrederken (bu aralar bir de Pushing Daisies’i yeniden seyretmeye başladık, ah bütün o witty kelime oyunları! / siz "puns" diye okuyuverin), dizide iki kere görünen, esas oğlana lisedeyken aşık olup, şimdi aynı okulda müzik(?) öğretmeni olan kızcağızın ne kadar da sağlam bir minör (do) karakter olduğunu takdir etmiştim ki, işte, ne diyordum, hah, arada, kışı geçirmek için dizi falan, işte onları cevizlerin yanına koyarız, bir yandan cevizleri yerken (sincap!) bir yandan da dizi izleriz (sincap!), dizi avına çıktım: Ground Floor, Jennifer Falls, Uncle, Dag, Sirens, Neighbors.
Ground Floor, Scrubs’ın amcası Bill Lawrence’ın son projesi, Scrubs’dan sevgili John C. McGinley (Dr. Cox) burada abartılı bir oyunculuk sergiliyor (Scrubs’dan o gelince, belki Christa Miller (Scrubs’da Jordan, gerçek hayatta Mrs. Bill Lawrence) da gelir diye boşuna umutlandık), asıl oğlan da fena halde Bizimkiler’in Ali’sine (Atılay Uluışık) benziyor (halbuki bu rolü hazır HIMYM da bitmişken Josh Radnor’a vermeliydiler (Ted Mosby) [peki ya gönlümüzün sultanı Greta Gerwig‘in HIMYF‘da oynamasına ne diyoruz? Oyyy oyy oy!..] nokta / Jennifer Falls da My Name is Earl ve çoktandır selamı sabahı kestiğimiz, bu sene de bu diyarlardan taşınacaklarının haberini aldığımız (sağolsun kraliçem bir kez daha) Raising Hope‘u yapan amcanın olmalı, ne diyordum, ne diyordum, evet, işte onu denemek için açtığımızda hızlı hoşbeş’ten sonra bir anda karşımıza satırlar satırlar önce bahsettiğim Breaking In‘deki minör, tatlı, kocaman, sevimli kızcağız kötü kadın rolüyle çıkmadı mı! Hem de bu olay bizim Breaking In‘i seyredip de kendisini andığımız günün hemen ertesi akşamı olmadı mı! Yaaa, ürktüm telopotik güçlerimizden, ben önceden sevmişliğim olduğumdan da Jennifer’dan (Joyce) çok onu haklı buldum. Bir de Missi Pyle niye/nasıl hiç yaşlanmıyor? Uncle, bu senenin açık ara muhteşem girişi oldu, çok tavsiye ederim, Daisy Haggard da oynuyor, daha ne olsun? (onunla daha evvelden birkaç bölüm izleyip vazgeçtiğimiz meh bir komedi olan Parents‘da da karşılamıştık; dizinin en komik şeyiydi diyebilirim – bu arada bağlantı vermek için gittiğim wiki’de birinci sezonunun ardından iptal edilmiş olduğunu öğrendim, İngiliz sezonu dediğin zaten epitopu 6 bölüm olduğundan, belki de yarıda bırakmamışızdır ama kim takar..) Uncle yani, izleyin mutlaka, şarkılı türkülü, kötü mizah, altın kalp. Dag bizi hiç açmayan bir Norveç komedisi idi, denedik, hemen bıraktık, Norveç komedisi diye bir şey olmadığını ayırdsadık (ayırdsamak?). Sirens’i de AV Club çok övmüştü, açtık baktık, Scrubs’ın son (+1) sezonunda asıl oğlan, Castle’ın da Nemesis’i olan oğlan oynuyor, iki üç sene kalırsa toparlanır zannederim. Neighbors, konusu itibarıyla (insan kılığındaki uzaylılarla komşu olan bir Amerikan ailesinin başından geçen, güldürürken düşündüren, farklılıkların değerini ve uyum içinde yaşamayı anlatan….) pek vasat olmasını beklediğimiz bir diziydi ama süper bir dizi olmamakla birlikte, boş geçtikleri bölümleri de yok (şimdilik, geriden takip ediyoruz – Dick Butkins’in Halloween’de yaptığı anne/baba taklidi mesela, öte anlarındandı).
Happy Endings de sonlanmış; o da dizi arayışında, elde dizi kalmayınca cevizlerin yanında birkaç tane çıtlattığımız meh dizilerdendi.
Gelelim yılın dizisine: Brooklyn Nine Nine. Parks and Rec tadında, misler gibi bir dizi, ailecek hastasıyız, karnımıza ağrı giriyor her bölümden sonra: hem entelektüel, hem -siz nasıl diyor?- "avam". 8) Heyecanla bekliyoruz yeniden başlayacağı günleri (28 Eylül / yaşama sebebi 8P).
Yılın dizi bölümü:
Moone Boy: Babaların dayanışma yaptıkları bölüm
Ne çok yazdım, bu kadar yeter!
demiştim ki, kraliçe’nin posket‘inden not aldığım denenecek dizileri hatırladım: Crossbones, Hannibal, Reign.
Ha, bir de Louie’yi bıraktık nicedir, borç isterse bizim adımıza filan vermeyin sakın, ilişkimiz yoktur.
(Şimdi fark ettim ki hiç resim koymamışım, Kraliçemin resmini koyayım, değil mi ki kalplerin yanında, dizilerin de kraliçesi a!)
(Breaking Bad’i hiç seyretmedik, 22dakika’yı ilgili yerlerden takip etmedik;
o yüzden birisi bana "Özür dilerim merbabu" ne demek, açıklayabilir mi?)
— sonradan not: e, açıklamış ya Dee zaten yorumlarda!
8P oku adam oku! (Kraliçe zaten benim aklımı okumuş 8)
Dön de yoruma bak hey! — Başlığı yazıp yorumlara girdim ve “sonradan not”u gördüm. 🙂
Neighbors’ın ilk sezonu o tarif ettiğin tadda devam etti. Arada göndermeleriyle beni eey eğlendirdi. Ama hep bir iptla olacağız korkusu vardı üstünde açılamıyordu. Bu yüzden de 2. sezonda uçacak sanmıştım ama aksine geriledi (bence). İptal olmasa, ben 2. sezonun sonunda bırakmıştım. Ona göre hazırlayın kendinizi.
Ground Floor’un ilk bölümünü izlediğimde başrol oğlanını “Ted Mosby’nin olmuşu” diye tarif etmiştim. 🙂 Rica ederim Josh’u koyacakları herhangi bir role bu adamı koysunlar. Bu güzel oynuyor.
İyi vakit geçirmek için The Wrong Mans’i öneririm.
Ha bi de Fargo bu yılın iyi çıkış yapanlarından, ama uzun dizi istemiyorsanız uzun. (Gerçi Fargo da antoloji furyasından.)
Hannibal’ı da muhahhak hayatınızın bi köşesine yerleştirin. İzlememek (hele hele sizin gibi film sever bir aile için) ciddi kayıp. Benden söylemesi.
Şu Uncle’a da ben bakayım bakayım. Kaçıncı öven oldun, eksik kalmasın madem.
Fargo margo, Hannibal mannibal — Yakın, orta, uzak çevremde sanırım Fargo’nun filmini beğenmemiş tek insanımdır (benim için özeti: karlara kusan hamile bir Frances MacDormand) – hiper-uzak çevremde ise George Clooney ve Brad Pitt’in de benimle aynı fikirde olduklarını tahmin ediyorum ama onlarınki kişisel, sayılmaz (çeteden bir Julia Roberts’ı kandıramadılar!). O yüzden dizisi tüm sevenlerin olsun, ben almayayım…
Hannibal, zaten sırf gönlümüzün sultanlarından Mads Mikkelsen için izlenir, izlenmelidir (Anders Thomas Jensen’in yönettiği ultrasüpermega filmler bir yana, senaryosunu yazmakla yetindiği “Düğünden Sonra“daki yürek parçalayan performansı (ciğerime ciğerime) … (yok, yazamayacağım daha).
Sizin poskette bahsettiğiniz The Parenthood’u da izlenecekler arasına almış idim, yukarıda yazmayı unutmuşum, bugün de Lost(vari?) The Leftovers‘dan haberim oldu, belki onu da deneyeceğim…
Neighbors’daki uzaylı teyzeyi çok beğeniyorum bir de – Şebnem Sönmez’i andırıyor bazı bazı (“husband?” — bunu deyince de eşi amca da sevgili Robin’i 8).
The Wrong Mans’i bilmiyordum, eğlenceli görünüyor, attım sepete kırmızı başlıklı kız.
Uncle’ı çok çok övüp de beklentilerinizi yükseltmek istemem majesteleri ama hakikaten çok sağlam!
Sevgilerler,
Emrelerler
Hanni bal’a para? Hani hani? — Evet, yorumumu gönderdikten sonra bu pek fena kelime oyunu aklıma geldi, iyi ki böbilerden filan tanıdığım yok da bunun gibi (Ralph Fiennes’in yüz ifadesine ayrıca dikkatinizi çekerim efendim) bir de görsel olarak düşüncelerimi kirletemiyorum. (The Duchess de Anders Thomas Jensen’in Hollywood’daki ilk filmi bu arada).
Başlıktaki şarkı da bu, hani bilmiyorsanız (fekat fekat…)
Hanni bale hanni bale demiş — Biz bu başlıktan ötesine geçemediydik, 90’ların acılarına geri götürdüğün için teşekkürler. 🙂
Fargo’nun filmini izlememiştim (izlemeyi düşünmüyorum). Filmi ile alakası olmadığını ve filminden çok daha güzel olduğunu söylüyor izleyenler. Dizisinin her bölümünün günümü aydınlattığını söyleyebilirim. Ben çok güldüm çok eğlendim. Hiç gülmeyip iyi zaman geçirenler de tanıyorum. Mizah anlayışı meselesi… Bana ikinizi de açar ve mizahının karanlığı ile epey güldürür gibi geliyor. (Yine de “Hannibal mı, Fargo mu?” dersen, ilki. Ama lütfen ikisi de.)
+ Efter brylluppet hakikaten ciğerime ciğerime… Ay bak yine aklıma geldi fena oldum.
Henüz ilk bölümünü izlemediğim Leftovers için beklentilerim minimumda. Fazla pompalandığını ve bu yüzden de beklentileri karşılamayacağını düşünüyorum. En azından ben Lindelof uğruna girenlerden ya da Lost bekleyenlerden değilim şükür. 🙂 O yüzden ben beğenirim.
Ayrıca ne Lost’muş arkadaşım, yeter yahu… 🙂
Bir de — demin unuttum yazmayı: Neighbors’a bağlanmamı sağlayan en büyük etken tam da o kadın! Kendisini başka bir dizide görmek için heyecanla bekliyorum ama çok da ümitli değilim. (2. sezonda kocası kötüydü ama bu hala iyiydi ve bıktırmadı beni. Onun sayesinde getirebildim sezon finalini.)
Community kom kom (Komili reklamındaki gibi okunacak) — En az Voldemort’un adaylığını açıklaması kadar şaşırtıcı(!) oldu kraliçem: Community Will Return!…
Gözünüz aydın. — Şımardılar, 7 bile diyorlar hatta.