"Cennet", Kieslowski’nin, 3 renk üçlemesinden sonra çekmek isteyip de ölümüyle yarım kalan bir başka üçlemenin (Cennet – Cehennem – Araf) ilk filmiydi. Vaktiyle 3 renk üçlemesini "son filmleri" olarak lanse ettiğinden, arkasından konuşmuş gibi olmayalım ama, filmler iyi iş yapınca, "ah, dur bir üçleme çekeyim" demiştir belki fakat sözünden döndüğü için de kaşığı/kamerası kırılmış, üçlemesinin ilk filmini çekmek de Tom Tykwer’a nasip olmuştur, iyi de olmuştur zannımca (hem Cate Blanchett de vardı, güzeldi). Film, bir helikopterin göğe doğru (ya nereye olacaktı?) yükselmesiyle bitiyordu (yanlış hatırlamıyorsam): güzel, temiz bir bitiş olduğunu düşünegelmişimdir.
Benim için cennet, içinde sonsuz, yazılmış/yazılmamış kitabın, kitaplarınkine benzer niteliklerde filmlerin ve müziklerin olduğu dev bir kütüphane. Artı olarak, bir yandan film izleyip, kitap okurken, beri yandan fosur fosur puro/pipo tüttürebilmeniz de cabası. Kola (Coca-cola) ırmakları zaten hep vardı ama bir süredir kebapçılar da standlarda yerini aldılar.
Pek kalabalık olsun istemem: tabii ki Bengü ile Ece olacaklar ama çekirdek ailemiz dışında, diğerlerinin cennetlerine bağlantılar olsun, istedikçe gidip görelim.
Vaktiyle Magnetic Scrolls’un "Pawn" adında bir oyunu vardı – oyunun sonunda oyunun kodunu değiştirip, "God mode" tabir edilen, sonsuz sınırsız bir moda geçiyordunuz. Dünyaya öyle gelmek bir süre sonra mutlaka sıkar bence, ama yine de illa ki denerim tabii. Bir de yüzyıllar boyunca uyukladığım, yorganın altında uyku mayalaya mayalaya ekmeğe dönüştüğüm bir evre de kaçınılmaz olarak varolur bence.
Eğer hala anlaşılmadıysa, evet, ölümden sonra ahret filan, inanıyorum, getirisi var, kar marjı yüksek, kaybedecek pek bir şey yok. Kollektif cennetlerden çok, bireysel olanları yeğliyorum ve aslına bakarsanız daha pratik/uygulanabilir buluyorum.
İnsan cennette yaşamaktan sıkılır mı? Büyük konuşmayayım ama bana yeterince film/kitap/müzik/oyun verirseniz, bir de işte aralarda Gürer Bey’le filan da buluştuk mu nargile başında, ben sıkılmam. Marx’ın icabından teknolojik gelişim geldiyse eğer (en basit yaklaşımla), benim sıkıntımın hakkından da entel-dantel eğlencelikler gelir derim ben size.
Zaman göreceli bir kavram. Ölüp de yataktan kalkıncaya geçen zamanda, herkesin de ama öyle, ama böyle eninde sonunda ölmüş ve hep birlikte, aynı anda uyanıyor olduğunu düşünün. Vaktiyle, coğrafyanın gazabına uğrayan aşklardan bahsetmiştim ("defter bir ayrılık havası taşıyordu ama hiç olmamış bir beraberliğin ayrılığıydı bu. garipti. ama yine de dokunaklıydı. hiç bir araya gelmemiş insanların ayrılığı üzerineydi sanki defter. başka dünyaların değil fakat şüphesiz başka kıtaların birbirlerini hiç tanımamış insanlarının ayrılığıydı o anda söz konusu olan. mesela avusturalya’da hiç görmediği, tanımadığı, bilmediği bir kıza aşık hollandalı bir gencin ayrılık acısıydı. çünkü kız o sıralar bir başkasıyla evleniyordu ve genç bunu bile bilememenin çaresizliğiyle yazmak istiyordu bu deftere. ayrılık evrensel bir olguydu." ES, EAD, 1996), neyseki internet çıktı, uçak biletleri ucuzladı filan, yavaştan o konu çözülmeye başlandı, işte geriye bir tek zaman sorunsalı kaldı (Tom Hanks, Big), o da artık öte dünyada inşallah.
aslına bakarsanız, bütün bu laf salatasının tek gayesi, Bill and Ted’s Bogus Journey’sinden bir resim koyabilmek idi.
Sonsöz: "Beyond Black" adlı sıkıntı yumağını bitirdikten sonra başladığım Levent Şenyürek’in Cennetin Kalıntıları’nda bugün Cennete geldikten sonra, bir de çoktandır blog göndermemiş olduğumdan kelli, bugün böyle biraz (Coca-cola) light takıldık. Bu günkü programımızı burada bitirirken, kapanışı 2/5 Bz’nin "Kurtuluş Yok!" adlı güzide şarkısıyla yapıyoruz. Esen kalın (ölüm bir kurtuluş değildir, just remember, that death is not the end… Serhat ve Nick Cave)
Ankara’da bir semttir Oran / öpsün seni Emil Cioran — Sayın Sururi, “Ya çıkarsa?” yaklaşımıyla bir piyango bileti hissiyatına indirdiğiniz ahiret görüşlerinizi Cioran’la “meh!”ler eşliğinde okuduk (o da sizi sevmiyormuş, bizzat belirtmemi istedi).
———————————
(bkz.) “Tıraş olduğum zaman,” diyordu yarı-delinin biri, “Tanrı değilse kim, gırtlağımı kesmeme engel oluyor?”
İman, eninde sonunda, korunma güdüsünün bir hüneriymiş. Her tarafta biyoloji…
bahçelerde tör tör… — “Bir azizden de çok işe yaramaz olmak.” bilin bakalım bu kimdir? Evet efendim, o pek kadim dostunuz Cioran, kendi zaten açıkça söylemiş ne olduğunu, benim bir şey eklememe gerek yok. (Ayrıca vaktiyle peşimde az koşturmadıydı, şimdi öyle artistlik yapmasın. 8P )
Jean-Paul Sartre No Exit — …okumaktayım şu sıralar. İman korunma güdüsünün bir hüneriyse cennet ve cehennem de burada olmasın sakın? Haydi git yerleş ODTÜ kütüphanesine, kolan benden, ara sıra da Gürer ziyaretine gelir. Püro ve pipo zor ama, onu da bir şekilde hallederiz.
jan sol partir II – parti patileri — Efendim, bizim bilmedigimiz bir seyler biliyorsaniz, bize de soyleyiveriniz gari, cennetten size de arsa veririz, ranza filan.
Ispanak puresi.
haşa… — …ben sadece öyle beklemeye ne gerek var ki demek istemiştim.
lynch — Barış çok doğru bir noktaya isabet etmiş.
in heaven
cennet güzel / kuşlar uçuyor.