Bu günlerde kitap olarak Robert Charles Wilson‘ın Spin‘ini okumaktayım. Kötü olmasa da, çok iyi de değil. Konusuna gelince, hani Arthur C. Clarke’nin “The Nine Billion Names of God“ı var ya, işte sonunda yıldızların birer birer söndüğü, bu kitap da öyle başlıyor, yıldızlar birer birer gidiyor yani (ama her şeyin sonu gelmiyor); sonra gerek M. Banks’in “The Algebraist“, gerekse çömezi Alastair Reynolds’ın “House of Suns“ında zamanın daha yavaş işlediği bölgeler var ya, işte bunda da dünya o hale geliyor; bir de, hani yine Arthur C. Clarke’nin “Randezvous with Rama“sı var ya, işte onun benzeri bir şekilde, dünyalıları (en azından benim okuduğum yere kadar) pek de iplemeyen bizlerden ileri seviyede olduğu bariz insan olmayan amcalar var (potansiyel olarak). Bu büyük ölçekli gelişimlere çocukluktan süregelen (sürüklenen) saf anlatıcı’nın akıllı kıza aşkını ve kızın çok kafa ve çok zeki ağabeyini ekleyin, anlatıcı oğlana da biraz eziklik verin, işte öyle bir şey.
(Tekrarlamak isterim ki (que), kitap kötü değil. Sadece ben fazla artist olmuşum (artiz curtis)). Ya bunu, ya da Gene Wolf’un The Book of the New Sun serisini okuyacaktım, o biraz kötücül geldi, o nedenle bunu okuyayım dedim, bu arada arkadaş (Spin) 2006’da “en iyi kitap” kategorisinde Hugo ödülünü almış. Sonra iki kitap daha gelmiş ardıl olarak.
(Ya ben sanırım bilim-kurgu’dan bir süreliğine baydım arkadaşlar. Okuyacak bir şeyler bulmalı…)
Bir de: bariz ama yine de bana ilginç gelen bir gözlem — bilim-kurgu’da din her zaman için kötü ve baskıcı oluyor (Dune diyeceksiniz, ben de “aaa, hakikaten” diyeceğim ama orgi morgi bir yana Araplar yaw…. Tanrının 9 milyor adı’nda da aslında dinin iyi (doğru) bir şey olduğundan söz edilebilir. Tabii bir de Heinlein’ın “JOB: A comedy of Justice“ı ile gene Arthur C. Clarke’nin şu üç müneccime yol gösteren Bethelem’in hikayesini anlattığı “The Star” var, Gaiman’ın (sic!) “American Gods“‘ı var, tamam tamam, geri almıyorum ama susuyorum) .