Epeyce uzun bir zamandır, Ece, uykudan önce masalı olarak Olmayan Ülke’den bir şeyler istiyor. Hollanda’dayken “Köstebek Avcısı Engin” vardı: Engin, adının aksine, köstebeklerin bir numaralı dostuydu, onlarla beraber kötü pek de iyi kalpli olmayan bir çocuk olan Önder’le (yoksa Nuri miydi — adı ya Önder Somer ya da Nuri Alço’dan aldığımı hayal meyal hatırlıyorum) uğraşırlardı bazen ama genelde serbestçe takılırlardı. Köstebekler sandviçi çok severlerdi: Engin’in onları çağırması için bahçelerine (şu tesadüfe bakın ki, Enginlerin de tıpkı bizim o zamanlarki bahçemiz gibi bir bahçeleri vardı!) bir parça sandviç koyması (bu da Hobbes’tan arak!) yeterliydi. Genelde bir yerlere geç kaldığında köstebekleri yardıma çağırırdı çünkü köstebekler hemen gideceği yere doğrudan bir tünel kazarlardı. K.A. Engin serisine Ece’nin köstebek korkusunu yenmek için başladığımı hatırlıyorum ama şimdi bu şekilde buraya yazınca “bir çocuk ne vesileyle köstebeklerden haberdar olur da korkar ki?” diye düşünmeden edemedim (Cevabı da buldum akabinde: “Köstebeklerin gece gece açtığı çukurları gördükçe..”).
Sonra Timi (kaplan), Pimi (kaplan), Po-çi (çekirge), Zampi (zürafa), xxx (zebra), Femko (fare) ve sümük ile sümük (tespih böceği ile tespih böceği) geldiler (zebranın adını hatırlayamadım, yarın Ece’ye soracağım, o hatırlarsa düzeltirim). İspanya’dan yola çıkıp, binbir badire ile önce Kuzey Kutbu’na, sonra Avusturalya üzerinden Güney Kutbu’na, oradan da Amerika kıtasına gittiler. Bu vesileyle Ece de yolculuklarını aklından hatırlayıp, bir dönem epey bir memleketi komşuluk ilişkileri nezdinde, sıralı olarak söyledi (bugün yaptığım yoklama itibarı ile Fransa, Yeni Zellanda, Madagaskar’ın yerini bir saniyenin altında olmak üzere dünya küresi üzerinde tespit edebiliyor).
Ondan sonrasında Peter Pan’a başladık, bir daha da başka bir şey istemedi. İleride lazım olur diye, buraya Olmayan Ülke’de yaşanan birtakım olayların çetelesini tutmak istedim.
Kaptan Kanca ile Smee, Peter Pan tarafından nihai olarak yenildikten sonra, Peter onlara iki seçenek sundu: ya iyi olup Olmayan Ülke’de kalabilecekler, ya da aya sürgüne gönderileceklerdi. Tayfası iyi olmayı seçip, “sihirli prenseslerle” (istedikleri zaman timsah, istedikleri zaman insan olabilen prenses toplumu) evlendiler ve çifçi korsan oldular. Kanca ile Smee ise ayda yaşamaya başladılar. Ayın yüzeyi (ve büyük ihtimalle kendisi de) çikolatadan yapılmış durumda, kraterlerinin bazılarında beyaz çikolata, bazılarında ise peynir var (Italo Calvino, Kozmokomik Öyküler tabii ki). Kaptan Kanca pek çok kereler kaçmaya çalışsa da, Peter her seferinde onu geri yolladı ve ama bir gün Smee de iyi olup dünyaya (Olmayan Ülke’ye) dönünce, yalnızlığının da etkisiyle, o da iyi oldu ve Olmayan Ülke’ye dönüp orada bir kafe/bar/restaurant açtı. Kısa bir süre sonra da kaderin bir cilvesi ile Oyuncak Hikayesi’ndeki kancaya tapan uzaylılara benzer bir uzaylı olan Nanu’yu uzay korsanlarından kurtarıp onu evlat edindi (Nanu ona “Anne” demekte ısrar ediyor). Nanu’nun bir de görünmeyen uzay gemisi var, arada ona atlayıp başka gezegenleri ziyaret ediyorlar.
Artık evlenmiş ve anne olmuş Wendy pek sık olmasa da Olmayan Ülke’ye hala uğruyor, fakat kızı Jane düzenli olarak bizimkileri (Peter Pan, Tinkerbell, kayıp çocuklar ve kızılderililer ve çiftçi korsanlar ve sihirli prensesler ve deniz kızları) ziyarete geliyor. Nadiren de John ve Michael Dayıları da ziyarette bulunuyorlar.
Wendy, uzun süreli kalışlarından birinde çocuklara okuma yazma öğretti fakat Peter dersleri astı ve herkes öğrenirken o geri kaldı. Böyle olunca da, sonrasında gururuna yediremediğinden gitmedi fakat durumu anlayan Wendy tarafından Londra’da normal bir çocuk gibi okul üniforması giydirilerek bir okula devam etti ve oradaki öğretmeni olan Linda’yla da fena halde kapışsa da, Linda ona okuma yazmayı öğretti (diye hatırlıyorum). Bir vesile ile Linda’yı Olmayan Ülke’ye getirdi ve onu gören Kaptan Kanca ona aşık olup evlenme teklif etti ve muratlarına erdiler.
Bütün bunlar olurken, Olmayan Ülke’ye klasik “sağdan ikinci yıldız” yaklaşımından başka geliş yöntemleri de keşfedildi: Konuşan Aslan‘dakinin (Narnia) benzeri bir dolap, Yılbaşı Gecesi Kabusu’ndakinin benzeri başka dünyalara açılan kapıları barındıran ağaçların olduğu bir orman (bu vesileyle Noel Baba ve Jack Skellington da Peter’in çeşitli maceralarda arkadaşı oldular).
Adaya musallat olan bir de “Şakacı Cin” var – Alaaddin’in cinine benzese de bu pembe ve istenen dilekleri gerçekleştirmek yerine onları eşek şakalarına dönüştürmekten muzdarip. Bu tür bir eşek şakasının sonucunda adanın az açığında dev bir gerçek çilek hasıl oldu — köpekbalıklarının hatur hutur yedikleri ve tam yok olduğu sırada *POF!* diye yerine bir yenisinin ortaya çıktığı sihirli bir ada — Kaptan Kanca tarafından reçel için de bol miktarda faydalanılıyor / bu vesileyle, Smee’nin de ufaktan ahçılık yeteneklerini geliştirdiğini ve bütün ada ahalisi tarafından pek sevilen meşhur “Patlayan Pasta”sından da söz etmek yerinde olur: kazara peri tozunu yiyen Peter’ın da acı verici bir şekilde öğrendiği üzere, peri tozu yemenin bir yan etkisi var: popodan alevli pırtlar çıkması. Peri tozu unla karıştırıldığında, bir süre sonra patlıyor. Smee’ye yaptıkları bir şaka sonucunda, Smee’nin hazırladığı pasta patlamış ve sihirli bir şekilde (peri tozundan bahsediyoruz, illa ki sihirli bir şeyler olacak) o sırada ağzı açık olan herkesin ağzına giren bir pasta. Bu, o kadar sevildi ki, Smee düzenli olarak patlayan pasta yapmakta.
Jack ile Sally evlendiler, iki çocukları oldu: Fiona ile Harry, onlar da zaman zaman Peter Amca’larının yanına kalmaya geliyorlar. Peter da, Halloween Kasabası’nda tanıştığı, istediği veya korktuğu zaman refleksif olarak görünmez olan Shelly’yle evlendi (Shelly’nin görünmezliği, aslında inmaterial bir şey – nesneleri etkileyemiyor, varlığını istese de fark ettiremiyor – eğer korktuğu için istemdışı olarak görünmez olduysa, sakinleşene kadar bu dünya ile etkileşemiyor). Hobbes adında bir kaplanları olduysa da, Hobbes şekil değiştirebilen bir timsah olan xxx (adını hatırlayamadım) ile arkadaşlığı ilerletip vahşi hayata döndü.
Kaplan Nilüfer ve kızıl derili tayfası bildiğiniz gibi, orada pek bir değişiklik olmadı.
Hemen hemen bütün Disney prenseslerinin (ve arkadaşlarının) yolu birden fazla kereler olmak üzere Olmayan Ülke’ye düştü.
Olmayan Ülke’nin en yakın zamanlı ziyaretçileri ezelden favorimiz Barbapapalar oldu, hem de bir sürprizle: 10. Barbapapa, nam-ı diğer Barbablanca tam da Olmayan Ülke’de doğdu (Barbablanca, (Ece’nin haklı isteği ile, oranı eşitlemek üzere) kız ve özel yeteneği büyü, rengi de beyaz).
Kaptan Kanca ile Peter arada sırada eski günlerini özlüyorlar, öyle zamanlarda geçmişi tekrar canlandırıyorlar ama bazen Kaptan Kanca Peter Pan’ı, tayfası da kayıp çocukları canlandırıyorlar (Tinkerbell’den tedarik ettikleri peri tozları ile), Peter Pan ve kayıp çocuklar da Kaptan Kanca ile korsanlarını oynuyorlar.
Böyle bir sürü yazdım gibi oldu ya, aslında bu buzdağının (sihirli çilek adasının) görünen kısmı (mesela şimdi aklıma denizkızlarının kenti ve Tinkerbell’in periler ülkesine peri tozunu yenilemek ve arkadaşları ile görüşmek üzere yaptığı ziyaretler geldi, bunu yazınca da Kaptan Kanca’nın kanca elinin peri Tekna tarafından istediği zaman kancaya, istediği zaman da bildiğimiz ele dönüşebilen bir takma el ile değiştirildiğini hatırladım).
Her akşam, Ece’yle işte böyle bir şeyler inşa ediyoruz. Her akşam, o günün masalı bittikten sonra Ece, ertesi akşam ne olacağını soruyor, bir şeyler söylüyorum, gerekli görürse düzeltiyor, eğer heyecanlı bir şey olacaksa (mesela Barbablanca’nın Kaptan Kanca’nın lokantasında naneli dondurma yaparken büyüsünün şaşması sonucunda ortaya çıkan dondurma canavarının nasıl üstesinden geldikleri) şimdiden sonunu da öğrenmek istiyor (ben de söylüyorum tabii ki – yalaya yalaya yiyip bitiriyorlar). Çoklukla ertesi gün tekrar başlarken, bir gün önceden kararlaştırdığımız konuyu hatırlamıyoruz, Ece bazen hatırlıyor ama ben neredeyse hiç, yeni bir Olmayan Ülke macerasına yelken açıyoruz.
Teknik Not: Orijinal Peter Pan’ı okudunuz mu bilemem ama yakın zamanda okumuş biri olarak, oldukça vahşi ve kanlı olduğu konusunda uyarırım. Tamam, bir Lord of the Flies değil ama yine de, gerçek bir çocuk romanı: büyüklerin çocuklara anlattığı türden değil de, çocukların çocuklara anlattığı türden.
Alakasız not: “Peter” adını sanırım yazı boyunca “Pitır” olarak telaffuz ettiysem de, “Peter” diyorum konuşurken, niye böyle cikslik yaptım bilmiyorum, aslında öyle biri değilimdir (“Pan”a da “Pen” değil, bilakis “Pan” derim).
İyi geceler.
bonus — Bengü, Köstebek Avcısı Engin‘deki iyi kalpli olmayan, hayvanlara eziyet eden çocuğun adının Önder olduğunu belirtti.
Yan bonus olarak da, Timi ile Pimi’nin maceralarını Ece’yle sabah okula giderken keşfediyorduk. Timi yıllar önce İspanya’daki ailesinden ayrılıp Doğu’ya gidip orada karate öğrenmiş bir kaplan, Pimi ise bildiğin kaplan (kardeşi), etrafta takılıyor. Bunların olmadığı bir zaman, şimdi hatırlamadığım kötü kalpli bir takım hayvanlar, Aslan Kral’dakinin benzeri bir şekilde, yerlerini ellerinden alıyor, Timi ile Pimi’nin akrabaları da dahil olmak üzere oradaki hayvanları hapis ediyorlar ama Timi gelip bunları kurtarıyor. Hatta bu kötülerin arasında bir tane deli bir fil var (Hamdi), o da Zampi’nin annesi Zürafa Zarife’ye aşık oluyor, iyilerin tarafına geçiyor (yine de deli olduğundan sağı solu pek belli olmuyor). Sonra Timi’nin hocası çekirge Fo-çi de geliyor, bunlar (Timi, Pimi, Fo-çi + yukarıda bahsettiğim diğer tayfa) dünya turuna çıkıyorlar işte İspanya’dan başlayıp. Hedef Kuzey Kutbu olduğundan anneleri bunlara sümük renginde (vardı bir sebebi ama şimdi unuttum) hırka/kaşkol/kazak mazak örüyorlar. Yolda bir sürü kişiyle tanışıyorlar, bunlardan Fransız kız Emily ve tripod adındaki üç bacaklı köpek gibi bazıları da onlara eşlik ediyorlar. İspanya’dan Sibirya’ya, Sibirya’dan yanlış trene binmek sureti ile Çin’e, oradan da (Mulan ve Sheng’in yardımı ile) tekrar Sibirya’ya ve hop diye Kuzey Kutbu’na ulaşıyorlar. Bir karate hamlesi olarak görünmez olabiliyorlar, bu sayede insanlara pek yakalanmıyorlar. İnsanlardan bazıları (Emily mesela) hayvan dilini bildiğinden anlaşabiliyorlar. Bir keresinde de Mama Ori (Prenses ve Kurbağa’dan) onları büyüyle insan kılığına sokmuştu, o zaman da epey kolayca yol alabilmişlerdi. Yeni Zelanda yakınlarındaki bir adada uzun kulaklarla kısa kulaklar arasındaki savaşı bir gece taraf gözetmeden hepsinin kulaklarını yemek sureti ile sonlandırdılar. Bir keresinde de Peter’in Japonya açıklarında yaşayan korsan arkadaşı Jenny ile yolculuk ederlerken (Jenny Peter’e aşıkmış ama o büyümüş, Peter büyümüyor hak verirsiniz ki) gemileri battı, deniz kızları onlara seçenek sundu: isterseniz karaya çıkartalım, isterseniz deniz kızı/adamı/hayvanı yapalım diye, tayfa deniz adamı olmak isteyince sadece bizim grup ve Jenny kurtuldu. Dr. Dolittle da, hak verirsiniz ki, oldukça sık görünen bir konuk sanatçı. İlk kitap bitince, devamını günlük olarak İngilizce’sinden çeviriyordum bölüm bölüm ama (neyse ki?) Ece Olmayan Ülke’de ısrar etti. 8)
Pitır Pen — Cikslik değil de kulak dolgunluğu olmasın? Ben büyürken (hangi yaşlarımda hatırlayamadım) onu türkçe okunuşuyla bizlere sunardı birileri. Televizyon mu, radyo mu, annem mi hangisi emin olamadım. Senin aklında da oradan öyle kalmış olabilü… (Aynı mantıkla, hala “levıl”a “level” derim ben çoğunlukla.)
Pitır pitır kavyar itır… — “Return”a “return” diyenlerdenim övünmek gibi olmasın ama “kol of dati”ye (Call of Duty) yetişemedim ne yazık ki.
Peter konusunda sorun malesef bende zira konuşurken “Peter” diyorum da, sadece bu yazıda “Pitır” olarak seslendirdim sebepsiz yere..
Geçen hafta Bengü’yle (Benju) isim/anlam meselesini munazara konusu yapmıştık, ben “Elif Shafak” olayına gıcığım ama o tartışmanın sonunda anladım ki, sorun Eliph Shafaque’tan kaynaklanıyormuş, sevdiğim birileri yapsa bir ihtimal kızmazmışım (Elif Şafak’la söylemesi ayıptır, böyle kendi kendime gelin güvey modunda ilk zamanlarını çok sevip, sonradan “çok artist oldu, havalandı” şeklinde bir önyargım vardır (kitaplarını denesem de devam edemedim okumaya, yani ben onun sanatçı kişiliğini değil, televizyondaki kişiliğini sevmişim anlaşılan). Neyse, karışık oldu, entel/dantel bir girişte fasulyelerimi dökerim artık (spilling the beans by pretentious Emre W.T. 8P) [“Ateş” isimli biri adını “Atesh” olarak mı yazmalıdır İnciluzce’de, yoksa “Fire” mı demelidir, Rusların, Japonların ne kabahati var ve daha neler… az sonra!]
JRR Zuru — Oncelikle, “Supersiniz!”
Sonra, Ece’ye bir dolu opucuk, harita meselesi icin. Italya’nin bulundugu topraklar uzerinde Norvec diye bir ulke oldugunu sanan 22 yas uzerinde (lise ve/veya universite mezunu babinda) bir bimboyla koca bir gun gecirmek zorunda kalmistim.
“Kol of dati” ne ya? :))))) Hint (Nepal, vs.) aksani mi bu? Kariii. (=Curry)
Elif Shafak olayina ben de fena halde kilim. Ben Elif Safak konusunda notr oldugum bir donemde deplasmanda Shafak diye gormustum de o an basladi bu nefis duygularim.
Ayni sekilde, “Ay, dogacak cocugumuzun isminin icinde Turkce karakter olmasin,” diyenlere de kilim. Hatta bu insanlarin icinde yakin arkadaslarim da vardi, yine kil olduydum. O kadar da yakin arkadasim olmayan biri “Ay, sen bilmezsin bu durumu, ama cok sikinti cektim” demisti de, 7 sene okudugum okuldaki bir ton yabanci hocanin ilk gorduklerinde Turkce karakter icermeyen ismime “Hendi” deyip sonra dogrusunu ogrenmelerinin benim icin bir sikinti yaratmadigini soylemistim. (Evet, ben de az degilim ama araniyolar anacigim.)
Bu yorumun ana fikri: Carsi her seye karsi! :)))) Ilk iki paragrafa gore bir tek Tasci ailesine degil sanirim. 🙂
Kaplan Timi ile Zürafa Zampi — Kaplan Timi ile Zürafa Zampi — ta kendileri!
Lo lo lo trolling Saruman.. — Dediğim üzere, “adlar, adlar, adlar” konulu bir entel/dantel giriş pek yakında bu sitede, ama Elif Shafak ya, hakikaten! Bu arada Betül’ün bahsi geçen kişinin son kipatı ile ilgili tweet’ini de kaçırmamak lazım (oyy oyy!)
“Ay, dogacak cocugumuzun isminin icinde Turkce karakter olmasin” diyenlere
kıymayınkılmayın (seviyorum bu “strike” tag’ini) lütfen, bilirim, onlar da (i.e., Bengü’yü tenzih ederekten biz) bir nevi bonus olarak gördükleri bu etkiyi yaban ellerde çocuklarına “Ese”, “Eye”, vs.. dendiğine acı bir şekilde tanık olup, “nerede kaldı o bonus, nerede bu devlet?” demişlerdir. 8IGene Betül’den öğrendiğimize göre Optik Başkan‘ı kaybetmişiz, başımız sağolsun (kim olduğundan da vefatı vesilesi ile haberimiz oldu, bu arada).
5. paragraf ilk ikisini contradict (bkz: siğz Türklee nasığ diyoğ? – “Çelişmek” yavrum, “çelişmek”..) ediyorsa Ahmet’in babası kaç yaşındadır (ve birtakım kaygılar)?
Ah, unutmadan, bu da başlıkla ilgili olarak kaçırılmaması gereken fidyo (tam anlamıyla takdir etmek için lo-lo-lo şarkısının da bilinmesi lazım).
Trololo lol lolo lol lolo loooo (çalıyo kafamda uf) — Ne yani; ben de bundan sonra kendimi deethem olarak mı tanıştırayım? “Nasıl okunuyor?” diyene böyle tarif edersin tamam da bu şekliyle kullanmak çok itici. Bu kafayla giderse millet, işinizden gücünüzden (insanların da güzel yiyeceklerden) olma ihtimaline kadar varabilir işler. 😉
Başlıksız — Ah Zuru ah, Allah’in barnagi durumu olmus. Acaba dunyanin herhangi bir yerinde herhangi bir isim var midir ki baska bir yerde faullu telaffuz edilmesin? Yoktur herhalde. Maykil diyecektim ama muhtemelen Japonya’da Maykir olur o da en basitinden. 🙂 (Dini kokenli isimler olabilir mi?) Neyse, niye Eliph Shaphak degil ayrica? Hint soyadi gibi oluyor, onun icin mi? 🙂 Ve Betul’un dikkat cektigi kapagi gormedim ama – dur ya, Idefix’ten baktim ve korkularim dogrulandi! Bu kapagin bir de adam boyunda kalin kartondan yapildigini dusunun ve D&R gibi yerlerin girisinde durdugunu. Ayni resim. Romandaki karakter transseksuel midir acep? Veya reenkarnasyon filan mi konu? Bir onceki hayatinda Iskender olan adam sonraki hayatinda Eliph adinda bir yazar mi?
Ve de, yok ayol, 5. paragraf ilk ikisiyle niye celissin, 5’le 6 celisiyor.
Optik Baskan oleli birkac sene oluyor?
Trollolo lolo
Başlıksız — http://www.cnnturk.com/2011/kultur.sanat/sinema/07/22/elif.safaktan.yeni.kitap.iskender/623703.0/index.html
‘AA muhabirine kitabı hakkında bilgi veren Şafak, kapakta bir sürpriz yaptığını, romanın kahramanı İskender olarak okuyucusunun karşına çıktığını belirterek, “Daha önce bir kadın yazar, erkek kahramanın kılığında kitabının kapağında yer aldı mı bilmiyorum ama 1,5 yıldır hep İskender olmanın nasıl bir şey olduğunu düşündüm, ister istemez İskenderleştim” dedi.’ OEH!
Son dakika: Bunun altinda bir de ilgili Twitter mesajlari donuyor. Bir hatun Elif Safak’i yakisikli bulmus. Bir baska hatun da kapak arkasinin onu miknatis gibi cektigini soylemis. (Mind you, Idefix’teki metin yaziyor kesin, her yerde de “En cok sevdiklerimizi incitiriz” muhabbeti) Sonra da pilates dersinden cikista kitabi almis. Ayh, zaten cok sicak…
Hoho, birisi de Elif Safak’in edebiyat dunyasinin Serdar Ortac’i oldugunu yazmis. Cok agir olmus bu yahu! :))
tro lo lo! indeed milady.. — cevaplar hazirladim sana kralicem, yeni bilog girisi yaptim. Cigerche’yi kotek ile terbiye etmek gerekir kanaatindeyim. Patronun tweetleri zaten ilac gibi geliyor bunyeye (paul bunyan kebabi)..
bugun canim “un helvasi” cekti, bengu’ye soyledim, butun malzemeler buradan tedarik edilebiliyor haliyle cok ilginc geldi. baska bir ilginclik de, turkiye’den alistigim hicbir (rakamla 0) damak zevkimi bulamadigim bu espanyol ellerinde en normal supermarketlerde bile iskembe satilmasi oldu (ayni bizim turkiye’deki iskembelerden yapiyor adamlar, inekten. ispanyolca callos, hani yolunuz duser de ispanyolca konusulan bir memlekete, ille de iskembe yemek isterseniz diye dedim).
elif shafak vs. scott pilgrim — tanimadigim insanlari tanimadan etmeden begenip, sonra tanimadan etmeden sirf surekli her yerde goruyorum diye begenmeyip kendi kendime gelin guvey olmam yok mu! ahh ahh! (oysa ne hayaller kurmustum elif! bir Kabrio Chevrolet kiralayıp, lastikleri düşene dek sürecektik…).
optik baskan 25 temmuz 2007’de vefat etmis, anlasilan, olumunun yildonumu vesilesi ile imis o tweetler, benden de bu kadar anlayis olur zaten. neyse, gaf yapmis trt spikerleri edasiyla (trt spikerleri gaf yapmaz, zeki muren’i oldururler ama, pofff..) “bu vesileyle rahmetliyi anmis olduk” diye cevireyim kazi (yanmasin).
Serdar Ortac sevdigimiz bir agabeyimizdir (bir de kumari olmasa). Bu arada, Elif Hanim’in kocasini da tanimam sevmem (sevgi kelebegi zuru wa), radikal, degil mi, radikal’i de sevmiyorum, burada sadece internetten erisimim oldugundan, iyice iyice fena oldu (ankara’dayken hic degilse cts gunleri aycasenbaskan filan oluyordu, guzel olayordu). Bir seyler daha diyecektim, unuttum.
oftobik: “Su” adinda, pek tanimadigim ama cok sevdigim bir insan var, kendisine “Su’cuk”/”Su’cum” denmesinden de rahatsiz olmuyor (olmadigini soyluyor), onun yazilarini ozledim.
(benden duymus olmayin ama Bengu (Benjü) Elif Safak’i sever (simdi sordum yine, “normal” didi)).