pazartesi gecesiydi sanırım, sonunda Kara Kule‘yi bitirdim. Bugün Hearts in Atlantis‘e başladım, It‘i de tekrardan okuyasım var.. Stephen King -belki daha evvel yazmışımdır- bana okumayı öğreten adam olmuştur. 1991 senesiydi galiba, 1990 senesi de olabilir, ilk defa o yaz Ar-tur’a gitmiştik, asosyal bir çocuk olarak ne dışarı çıkmak, ne de denize girmek, koşmak, oynamak, vs.. ilgimi çekiyordu. Bir yazlıkta olağan karşılanabilecek bir format olarak evi möbleli tutmuştuk. Ev sahibi bir de kütüphane koymuştu. O yaz oradan alıp okuduğumu hatırladığım kitaplar arasında iki tane Dr. Who kitabı, Asimov’un Hedef Beyin‘i ve Stephen King’in Sis‘i (The Skeleton Crew) vardı. Sonrasında, okuldan arkadaşım Tamer Aydoğdu (kimbilir ne yapıyordur şimdi – bu arada, koray, eğer okuyorsan: sana bir email attım, içinde iki tane de resim vardı, toplam boyu yarım megabyte’lık bir email, hotmail, geri gönderdi, yarın bir daha deneyeceğim, posta kutunu boşalt, e mi! 8) sayesinde onlarca Stephen King okumuştum. Tabii ilerleyen yıllarda hayatıma Kafka, Nietzsche, Camus, Sartre (hele de o kör Sartre!) girince, King maceralarım bayağı bir sekteye uğradı 8) işte böyle, nereden nereye.. Wizard and the Glass’i okurken, oradaki thinny, King’in en etkilendiğim hikayelerinden biri olan Raft’ı hemen çağrıştırmıştı bana, bunu da ayrıca belirteyim (Açıklama: King, sitesinde Dark Tower‘da Skeleton Crew‘a gönderme yaptığını açıklayınca, herkes Sis hikayesi sanmıştı..) aman da aman, sururi’ye 10 puan! 8P