Hold Me, Thrill Me, Kiss Me

Kafamda Zooey’nin donuk sesiyle She & Him’in “Hold Me, Thrill Me, Kiss Me” cover’ı gidiyor ama birkaç gündür kulağımda bambaşka bir şarkının başlangıcı vardı. Bir oyun müziği gibiydi (Gods – Into the wonderful? / Xenon 2 – Megablast? Speedball 2?) en nihayetinde bir saat kadar önce yatınca Midnight Resistance‘ın müziği olduğuna kanaat getirip uyuyordum ki, işte o anda dipten ve derinden (biraz da zorlamayla) aslında aklıma takılan şarkının Bombay Bicycle Club’ın “Eat, Sleep, Wake (Nothing But You)”su olduğunun ayırdına vardım (aka “aydım”).

… sonra aklıma başka şeyler de takıldı – takıldı demeyelim de, geldi olsunlar. Gençliğimden bir şeyler, 30 yılın ardından artık iyi ya da kötü olmayıp, değişik, uzaktan tanıdık gelen şeyler. Sonra uykumun kaçtığını fark ettim (bunda kusuru bugün misler gibi tükettiğim Jose Piedra’da da arıyorum aslında). C.S. Lewis, “A grief observed” kipatında alıntılamıştı (o da işte bir yerden): ‘I lay awake all night with a toothache, thinking about the toothache and about lying awake.’ Şimdi artistlik yapıyor gibi olacağım ama işte bazen, bütün gestalt koşullandırılmalarımıza karşın, yine de aynı anda hem şamdanı, hem de birbirine bakan iki insanı görüveriyoruz birlikte.

parantez içinde işte bu. banal ama sanal.

Bu haftasonu Emilia Perez’i seyrettik Nergis Hanım’la. Beğenmemem gereken bir filmdi -çok da öyle bayılmadım sonuçta- ama BFI’ın eleştirisinde belirttiği tanım bana da cuk uyuyor: “it shouldn’t work, but it does.” Criterion’da da “Douglas Sirk by way of Pedro Almodovar” demişler, o yorumu da takdir ettim (bu eleştirileri filmi bitirdikten sonra “Almodovar adına çok seviniyorum, seveceği bir film olmuş!” yorumumdan sonra, “almodovar on emilia perez” diye arattığımda çıkan sonuçlardan buldum — Almodovar’ın film üzerine bir yorumunu bulamadım ama yorumlarda illaki kulağı çınlatılıyor).

Douglas Sirk demişken, öbür ekstreme geçersek, geçtiğimiz hafta Werner Herzog’un John Waters’ın eşcinsel olduğunu, yıllarca tanışıklıktan sonra fark ettiğini; John Waters’ın Criterion Collection seçkilerini ve bir kez daha John Waters’ın hakikaten de günümüz gençliğinin tabiri ile gerçekten de ultra-halis bir insan olduğunu izledim (“ultra-” eki benden). Bunları ayrı ayrı günlerde, herhangi bir kontext-dışılığı ile tecrübe eyledim. (Örneğin bir de Herzog’un Parks and Rec’te alakasız rolünü görüp, ucundan hatırladım (bağlantıya gerek yok), bugün Levent’e bahsettiğimde o da bana arkadaşın Mandalorian’daki rolünü hatırlattı).

Bunlardan mı bahsetmekti niyetim acaba? Değildi belki, bilemiyorum. Saat 1 oldu olacak, ben yatağa geri döneyim, bu kadarına da şükür. Biliyorum, gece gece biraz fazla entel dantel oldu, farkındayım, kusura bakmayın ama bilemedim işte ne yazayım. Bombay Bicycle Club, bence/bende Vampire Weekend’in İngiliz taşeronudur demek ağır kaçar; geçen gün New York hakkında Nergis Hanım’la komik bir espri yapmıştık, biraz onu düşüneyim, hatırlarsam yazarım… Evet hatırladım: arabada giderken Vampire Weekend’in debut albümünü dinlemeye koyulmuştuk: ilk şarkı: “Mansard Roof” (ne olduğunu bilmiyorsanız mimar arkadaşınız yok demektir, ama Sururi’nin süper hizmetiyle artık siz de bileceksiniz, bkz. aşağıya); ikinci şarkı “Oxford Comma”. İlk iki şarkılarının adı bu olan bir grup New York’lu değil de ya nereli olabilirdi?! Hiç hani hani, anında görüntü! 8P 8)

Mansart Çatı
Mazhar Alanson

Bu geceki girişe girmeyenler (tam olmayan, sırasız liste):

  • Wim Wenders’ın Perfect Days’i
  • Maustetytöt’ün “Syntynyt suruun ja puettu pettymyksin”i
  • Doğadan esinle: tek gerçek şarkı türünün, arzu edilen tarafı etkilemek için söylenen aşk şarkıları olabileceği düşüncesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir