Rick Riordan’ın Percy Jackson (ve Olimposlular) serisinin ilk kipatı Şimşek Hırsızı 2010 yılında çok fena bir filme aktarılmıştı (Avatar: The Last Airbender’ın filminin de aynı sene çıktığını göz önüne alırsak, uyarlamalar açısından çok fena bir yılmış yaw). Rick Riordan’ın pişmanlığını yenip, yeni bir adaptasyona yeşil ışık yakması demek ki 10+ yıl almış (Avatar’ın dizisi de bu sene çıkacak inşallah, bekliyoruz heyecanla). Genelde mitoloji, özelde Yunan Mitolojisi Ece & Düşes kadar ol(a)masa da, çocukluktan beri ilgimi çeken bir konu, zaten Hades’in de favori oyunum olması (bkz. Figür A) bunu göstermiyor mu? (Hades’in de 2.sinin bu sene çıkmasını dört gözle beklemek)
(Bu minvalde George O’Connor’ın Olimposlular çizgiroman serisi de çok güzeldi)
İşte bir aydır Percy Jackson’ın dizisini izliyoruz, iyi gidiyor. Arkadaş quest’ine çıkarken yanına iki kişiyi seçiyor (çünkü: 3). Ben de “bir quest’e çıksam, iki kişi seçmem gerekse kimleri seçerdim?” diye epey, uzun uzun düşündüm, düşündüm ve nihayet gayet sağlam olduğunu düşündüğüm bir karara vardım: Danel & Georgina! (nokta) Sonra bu kararımı Nergis Hanım’a aktardım ve bunu bir an önce bloguma yazıp sabitleştirmek arzumdan da bahsettim (2-3 hafta önceydi, ancak artık, buna da şükür). Şimdi sabahın 4’ünde, bir türlü uyuyamayıp da bilgisayarın başına geçince, işte buradayız ey kâri.
Sevgili Danel bu yılbaşında da ziyaretimize geldi, tam bir Olentzero olarak Nergis Hanım’a boqueronesler (eskiden Ortiz marka tercih ediliyorken, son seferden bu yana Yurrita birinciliği kaptı), bana La Vieja Fabrica ahududu reçelleri ve Ece’ye Valor marka sıcak çikolatalar getirdi, turronlar (de Alicante) cabası. Bu sene zaten tam bir Espanyol senesi oldu: Sevgili Sevil’in Barselona’ya düzenlediği seferler bize puro & turron & sıcak çikolata ve daha neler neler olarak döndü; sonra Manu 10 günlüğüne haziranda ziyarete geldi (deliler gibi çalıştığım bir 10 gün oldu – normalde ben Bilbo’ya gittiğimde o tempoyla çalışırım ama demek ki keramet Bilbo’da değil, Manu’daymış 8). Mois bu sene emekli oldu (görüşemedik ama sonuçta yakına geldi, inşallah bu sene bir ziyaretine gideriz). Yılbaşımız çok bereketli geçti, yıl güzel başladı özetle (Turan’la da görüştük, benden iyisi yok! 8)
Arz-ı hali burada bitirip, ana konuya nasıl döneceğimi düşünüyorum: ben quest’teki yoldaşlarımı ibraz ettikten sonra Nergis Hanım bu sefer kehaneti anımsatınca, “olmaz öyle bir şey, kahine ‘uuuşt köpek!’ derim” diye bir çırpıda es geçtim.
Hiç blog girişi gibi bir giriş olmadı, serbest takılayım: bir süredir bas çalıyorum (öğreniyorum). Genelde Eda davulda, ben basta, Levent de gitarda oluyor, bazen Sercan, Ege, Akın’la takılıyoruz, bas çok güzel: çocukken yan flüt çalmayı çok istemiştim, üniversite yıllarımda saksafona özenmiştim, uzun bir süredir de basta gözüm vardı. Bas gitar çok güzel bir alet, gitar çok karışık geliyor (gitardaki gibi çok notalı bir sisteme beynim – ellerim koordine olamıyor) ama bas -bence- tam benlik! Bakalım, çalışıyoruz.
Başka? Can Xue hezimetinden sonra palate‘imi temizlemek adına ne okusam diyordum, 20 yıldan sonra (şimdi gidip baktım, 17 yıl imiş) Levent’in tavsiyesiyle Murakami’nin Kafka on the Shore’unu okudum tekrardan, bu sefer ilk okuyuşuma göre daha çok beğendim ama o zamanki düşünceme yine hak verdim: best of Murakami kipatı gibi — Murakami’ye ilk başlanacak kitap olarak ideal. Sonra, aklıma yıllardır aklımın bir köşesinde olan, epey merak ettiğim Faruk Ulay’ın İti’si geldi yalnız o ilk bölüm var ya, o işte bünyeye Can Xue’dan sonra çok fena geldi, bütün kipat öyle gidecek gibi oldu (değil halbuki) ama Can Xue travmasından sonra toparlayamadım bir daha, şimdi masanın üzerinde öyle bakışıyoruz, henüz böyle bir ilişkiye kendimi hazır hissetmiyorum (bugün/dün Little, Big’i tekrardan okumaya karar verdim (Yeeeeeyyyyyy! 8)).
İki grup daha keşfettim (ben yeni keşfettim, gruplar çok yeni değil): Barselona’dan Gillipojazz ile İzmir’den Kilink. Gillipojazz bana X-Legged Sally’yi anımsatıyor, Kilink de Rashit’in Rashit olduğu zamanları, ikisi de epey güzel, bunu yazınca, birkaç ay evvel Ege’ye Karp’ı önermiştim, hatta -bana gayet doğal gelen bir şekilde- Spotify’da yoklardı da, bendeki arşivden çekmiştim kendisine, onun da bana önerdiği gruplardan biri, Big Business Karp’ı andırıyordu gerçekten de, sonra öğrendim ki meğer bu iki kişilik (bas & davul) grubun bir elemanı (bas + vokal) meğerse Karp’ın elemanı imiş. Benzer bir şey bas için izlediğim youtube kanallarından birinde (BassBuzz) oldu: oradaki çocuk Thundercat isimli bir arkadaşı öve öve bitiremiyordu, kimmiş bu Thundercat diye baktığımda bir de ne göreyim? Meğerse canımız ciğerimiz ST’nin Trujillo’dan sonraki basçısı değil miymiş! (Ayrıca alakasız not: bir ay içinde önce Phil Collins’i bir konserde Ozzy ve Iommi’nin arkasında davulda gördüm, ardından Brian May’i Iommi ile Paranoid’i çalarken…) Ne diyordum? Evet, yeni öğrendiğim gruplara böylelikle Big Business de eklenmiş oldu (bir de Gumm var, onlar da sert). Bu aralar sert taraf ağır basıyor gibi olsa da, Spotify’ın yılın özetinde bir numara çıkan şarkı: Chairlift – Bruises 8P / bu girişte üşendim bağlantı filan koymadım ama gençliğe hizmetim olsun, soft-Sururi listeleri: Gençişi & NewlyWedlyDadlyMomly).
Neyse, yatağa döneyim ben, belki bu sefer uyumayı başarırım, zaten şunun şurasında alarma kalmış 1 saat… Haydi iyi geceler…
Ben Georgina’yı özledim! Dün rüyamda gördüm, oradan buradan gayet normal bir şeymiş gibi konuştuk: o kadar uzun zaman oldu ki, artık normal konuştuğumuzu düşünmek bile garip geliyor…