25 years and my life is still
Tryin’ to get up that great big hill of hope
For a destination
I realized quickly when I knew I should
That the world was made up of this brotherhood of man
For whatever that means
4 Non Blondes – What’s Up?’dan detay…
(4 Non Blondes’un altına da ne gitti Band of Brothers, sormayın! 8P)
Efendim “ertesi gün”den, nam-ı diğer 3 gün sonrasından, tekrardan merhabalar! En son canımın içi sui‘nin doğum gününü not düşmüştüm, ardından unutmayayım diye o sırada aklımdakileri kağıda yazıp, zarfa koymuş, hakeme göz kırpıp “adjourn” etmiştim, işte oradaydık, şimdi de buradayız, buyurun, giriniz, giriniz…
DJ Jake Rudh’ın Transmission’ından bir sürü yeni eski grup öğreniyorum, genelde şarkı bazında oluyor ama olsun. Aztec Camera’nın Good Morning Britain’ı da bunlardan biri idi (Altered Images’ı önceden de biliyordum diye düşünüyorum). Pazartesi sabahı işte, Emir’in doğum günü vesilesiyle twitter’dan Good Morning Britain ile -Altered Images’ın- Happy Birthday‘i sui’ye “şiftırttım”. O da cevabında Good Morning Britain’daki Mick Jones’dan bahsedince şaşırdım (çünkü ben bilmiyordum!) — meğerse Clash’in Should I Stay Should I Go Mick’i (BAD günlerini de biliriz biraz uzaktan), o şarkıda Aztec Camera’ya konuk olmuş, ben de Emir’in sayesinde öğrenmiş oldum, daha bir sevdim şarkıyı. Hani komşunuza bir kapta bir şey verirsiniz, o da size iade ederken içine bir başka güzel şey yapıp koyar, onun gibi oldu. Bir örnek -yine sui ile benim aramda vuku bulmuş olan bir şarkı: ennn sevdiğim(?) grupların başında gelen Suicidal Tendencies ile beni tanıştıran Sui olmuştur (hatta kendisiyle tanışmamın evvelinde inat fanzini vesilesiyle). Zor günlerin dostu ST onun sayesinde girmiştir yaşamıma. Birkaç sene evvel youtube’de gezerken Body Count’un Institutionalized’ıyla karşılaşmıştım da, birer mum yakıp sui ile seyrine dalmıştık. Ice-T demişken: It was a good day ne kadar üzgün görünüp aslında neşeli bir şarkıysa, ABBA’nın Super Trouper’ı da o kadar neşeli görünüp üzgün bir şarkıdır aslında, inanmazsanız (ABBA klibi usülü) dönüp de bakın:
I was sick and tired of everything
When I called you last night from Glasgow
All I do is eat and sleep and sing
Wishing every show was the last show (wishing every show was the last show)
So imagine I was glad to hear you’re coming (glad to hear you’re coming)
Suddenly I feel all right
(And suddenly it’s gonna be)
And it’s gonna be so different
When I’m on the stage tonight(…)
Tonight the super trouper beams are gonna blind me
But I won’t feel blue (sup-p-per troup-p-per)
Like I always do (sup-p-per troup-p-per)
‘Cause somewhere in the crowd there’s you(…)
beams are gonna blind me
But I won’t feel blue (sup-p-per troup-p-per)
Like I always do (sup-p-per troup-p-per)
(…) daha da ertesi günden (cumo) merhabalar! Onu demişiz, bunu demişiz, geriye de pek bir şey kalmamış derken… asıl mevzuyu atlamış olduğumu gördüm.
Smoke (1995) / Dead Man (1995) / Chungking Express (1994) öyle bir yıldı 94-95 eğitim-öğretim yılı (bize gelişi 95-96, üni 2. seneydi haliyle) ne sihirli bir yıldı. 15. İstanbul Film Festivali’nde Chungking Express ile A Night on Earth’ü iki film bir arada gece sineması olarak izlemiştik; o sene Jarmusch özel gösteriminde bütün filmlerini de. Smoke’u da festivalde izlediğimi sanıyordum (sinemada izlediğim kesin) ama programda bulamadım, demek ki vizyonda izlemişim.
Smoke da, tıpkı Master & Commander gibi, “sapına kadarrrrr” bir erkeggggg filmi (var hakikaten de böyle bir şey). Grease’in “Stockard Channing”inin bütün süperliğiyle (ayrıca Forest Whitaker ve Lost’un titrek Micheal’ı da varmış yaaaa!!!! – o Forest Whitaker ki, bir sonraki Jarmusch filmi olan Ghost Dog’da (1999) gönlümüzün bağına salıncak kuracaktı… ). Hikayeyi bilirsiniz, 1990 yılında New York Times, Paul Auster’a bir Noel hikayesi siparişi veriyor, süre kısa, o da bundan esinle “Auggie Wren’s Christmas Story“yi yazıyor (hayli kısa bir hikaye, dilerseniz 10 dakikada rahatça şirinleyebilirsiniz, tavsiye de ederim, filmin son 10 dakikası da kelimesi kelimesine bu hikayedeki replikler zaten — o da olmadı, bu girişin sonundaki comic strip onun çakması). Hikaye beğenilince / kendi beğenince, Wayne Wang’le filme çevirelim deyip birkaç karakter & bağlantı, hikaye daha ekliyorlar y ¡voilà!
Emir’le filmin sonunu, takkk! diye Tom Waits’in “Innocent when you dream”inin girişini bayıla bayıla konuştuğumuzu hatırlıyorum… bitter-sweet günlerdi if you pardon my French… Smoke’da William Hurt’ün oynadığı Paul Benjamin adlı yazar tabii ki Paul Auster’ın kendisi ama aslında tam olarak Emir (ama Emir, Paul Auster’ın kendisi değil, alakası bile yok). Öyle bir insandır işte, filmi tekrardan izlerken hep aklıma geldi, hep benzettim (siz sormadan ben söyleyeyim, hayır, benim Harvey Keitel’ın Auggie’siyle yakından uzaktan alakam yok) — bu arada, filmi cumartesi seyretmeye başlamıştım, güzel güzel gidiyordu, sonra titrek Michael yüzünden o Montecristolar ıslanmadı mı, orada daha fazla dayanamayıp, kapattım. Ertesi gün (pazor) Levent’le nub’larımızı yudumlarken işte Smoke’dan da bahsettik — Levent süper bir şekilde neredeyse bütün detayları hatırlar izlediği filmlerde. Kieslowski muhabbeti de yaptık, meğerse Tykwer’in çektiği “Heaven“ın ardından Araf ile Cehennem de çekilmiş (hem de 2005 – 2007 yıllarında), onları da izlenecekler listesine ekledim. Senaryolar ve birinin yönetmenliği Kieslowski’nin senaristi/yazarı Krzystof Piesiewicz (üç kerede yazabildim adını doğru) tarafından kotarılmış. Arada Heaven’a da baktım da, Giovanni Ribisi artist artist takılıyor halbuki daha geçen gün Friends’te maymun formatında ortalarda dolaşıyordu negatif karizma ile! 8P). Özetle: Smoke. Smoke’un gazıyla Paul Auster hemen ardından hem de tek başına, bol doğaçlamalı Blue in the face’i çekmişti — ondan tek hatırladığım başındaki Auggie’nin hırsız çocuğu yakalayıp, teyze ile girdiği muhabbet ve akabinde yaptığı ile Jim Jarmusch’un muhabbeti, başkaca da hiçbir şey. Bu arada, birkaç ay önce gene gentlemen’s club’da Barış bize Jarmusch’un öğrenci projesi filmi gibi bir filmini açmıştı (Permanent Vacation), onu da izlemek lazım sabırlı bir günde.
Sanırım bu girişlik bu kadar yeter. Jerry Garcia’dan hepimiz için gelsin: Cigarettes and Coffee