(Sanki hangi sabah yok ki? 8)
Merhabalar! Pazartesiden beridir yavru vatan Bilbo’dayım. Nihayet geçen sene aldığımız calvin & hobbes’u, emektar cowboy & bebop’un yerine hizmete koyduk. Bilgisayarlar yaşlanıyor (bugün husniya’yı ofisten sunucu odasına taşırken üstündeki etiketten 11 yaşına merdiven dayadığını görüp duygulandım ama biz de aynı kalmıyoruz sonuçta… Gerçi biz biraz daha aynı kalıyoruz zira ben bilgisayar olsam cowboy & bebop’da çalışan kodları mırın kırın etmeden çalıştırırdım ama calvin & hobbes öyle mi, bir dolu uğraştırdılar bizi adaptasyonla).
Bilbao’yu salı akşamı biraz dolaştım, onun dışında üni’den otele, otelden üni’ye, zaten çoğu gece epey geç vakte kadar bilgisayar başındaydım, çok şükür işler yolunda gitti (işler yolunda gidince de insan endişe ediyor “too good to be true”, hede hödö filan). Turron zamanının bir başka güzelliği oluyor, 5 kutu aldım, 2-3 kutu daha alırım herhalde gitmeden. Eski alışkanlıklar, rutin Vegafina tüketimim, o departmanlarda pek bir değişiklik yok anlayacağınız. Bu seneki yılbaşı süsleri de geçen senekiyle hemen hemen aynı, hatta 10 yıl öncekiyle de karşılaştır deseniz, yine de pek bir fark bulamam (gerçi o sene Nestle Vermeer’in Sütçü Kız’ını reklamlarda kullanmıştı da, ayağımın tozuyla geldiğim Bilbao beni gayet şık bir şekilde Delft’ten tabloyla karşılamıştı Gran Via’daki her bir billboard’da 8)
Market alışverişimi yaptım, güzel güzel şeyler yiyip içtim, bu sene oteldekiler sağolsunlar bana en güzel odayı vermişler, bana özel terası bile var ama ben sizler için yine halkın arasına karışıp, bu seferki geleneksel keyif resmimi çekeceğim.
Nerea ile çok uğraşsak da kesişemedik (ben pazar akşam dönüşe başlıyorum, o pazartesi geliyor), kısmet diyelim ama gerçekten çok özledim ben arkadaşımı (bakalım, Şibe hayırlısıyla önümüzdeki aylarda Balkanlar’a giderse, biz seneye yılbaşını kutlamaya onun yanına gidebilirsek, oradan ver elini Slovenya…). Noelia vardı, sağolsun, onunla hasret giderdik.
Bilbao, artık bir ihtimal biliyor olduğunuz üzere, ılıman ve yağışlı bir iklime sahip. Yazları genelde 21-24 derece, kışları da işte 12-14 derece arası oluyor (bugün bol yağmurlu fakat 17 derece idi). Benim oteldeki odamda örneğin, ısınma incecik bir elektrikli radyatörle sağlanıyor, yorgan yok, battaniye var, dilerseniz ek bir battaniye daha veriyorlar, o kadar. Ama yağmur, ah o yağmur, anlatmakla bitmiyor (hayır, yıllardır gerek ben, gerekse de Nergis Hanım, anlatıyoruz anlatıyoruz, yine bitmedi, yine bitmedi! 8)
Aslında ben bunları değil, başka şeyleri yazacaktım ama gelin görün ki başlayınca devamı geliverdi. Halbuki ne kadar zamandır yazayım dediğim başka şeyler vardı hep. Buradan reklamını yapayım (dün Jumanji: Next Level’ın “final trailer”ı çıkmış, benim neyim eksik), üç vakte kadar diyeyim, öptüm, hadios! (= “haydin allahaısmarladık”ın Espanyolcası / baba esprileri vol 3.)
Ein: Öğretmenler günü ne güzel bir gün oldu böyle! (Sevinç, sevinç 8)
Dos: Kipatlar (Engin Barış Kalkan – Anonslu Kaset Doldurulur ve diğer arkadaşlar)
Trois: Müzik müzik! (Ezgi Karakaya (hakikaten müthiş bir yetenek); Anonslu Kaset Doldurulur’un Alison’ından hareketle de Elvis Costello’dan çıkıp, Me First and the Gimme Gimmes’e kadar uzanmak…)
Veeeee… neredeyse unutuyordum: Efendim, söylemesi ayıptır, birkaç sene önce, epey de para vererek (Boyner’den) Pierre Cardin marka bir bavul almıştık, hani git-gelimiz çok oluyor, bavul hafif olsun, iki kilo daha fazla şeker yiyebilelim, sağlamdır da herhalde, bakın o kadar para verdik. Çok üzdü bizi o bavul. Tekerleri kilitlendi, sürtünmeden eriyip elimi yaktı, dağa kaçtı balta kesti. O Bilbao sokaklarında, meşhur Baldosaların üzerinde öyle inat etmiş deveyi sürükler gibi sürükletti bana kendini. Aldıktan kısa bir süre sonra tamir için geri göndermiştik, sonrasında epey iyi bir bavulcu bulup, bütün teker setini değiştirttik, yine olmadı, yine olmadı. Neyse, bu sefer geldim, güvenlik kontrolünden geçtim, oturdum kayan şeritin başına, bavulumu bekledim… bekledim… bekledim… geçen seferki gibi gelmemezlik etmedi, geldi gelmesine serseri Pierre ama kulağının birini koparmışlar bunun kavgada. Doğruca THY bankosuna gittim, müthiş İspanyolcam’la derdimi anlattım, teyzenin de iyi günündeymiş, bana karşılığında trink diye (tam trink değil aslında zira, öncesinde tekrar aşağı kata gidip yer hizmetlerinden resmi hasar tespit belgesi almam gerekti), yepisyeni muadil bir bavul verdiler. Çok cinim ya, “dönüşte peki bu arızalı olanı da yanımda götürüp tamir ettirebilir miyim?” dedim, sadece bir bavula izin veriyorlar ya, onu söyledi. Ben de yükledim biri yeni diğeri eski iki bavulu taksiye, odamda günlerdir karşılıklı duruyorlar, “beni seç pikaçuuuu!” diye geceleri ağlayışlarını duyuyorum (henüz onlara söylemedim ama yeni olanı seçeceğim zira Pierre’in kabahati kırkı aştı…).
9 Aralık 2009, Bilbao’ya yeni gelmişim… La Lechera bahanesiyle Delft iyi dileklerini iletiyor… 8)