Bu sabah fırına ekmek almaya giderken, kulaklığımda Brian Eno’nun –daha evvel de buralarda yazdığım– “Lay My Love”ı çalmaya başlayınca, aklıma Chris ile Ed’in turna için dans ettikleri muazzam sekans geldi, daha bir keyiflendim:
Burada muazzam bir kardeşlik, bir dayanışma var (İngilizcesiyle “fraternity”). Durumun benzerini düşünürken, Catalina’nın vaktiyle düşmanı olan Joy için, daha doğrusu onun için değil de, Joy’un iyiliğini isteyen arkadaşı Earl’e yardım için dans ettiği (zıpladığı) bölüm geldi (My Name is Earl s02e02 – Jump for Joy)…
Böyle bir kardeşlik/dayanışma kavramının bir başka örneğine geçen gün Mustafa’nın paylaştığı bir tweet’ten ulaştım: Aksu Bora, “Communitas” terimi üzerinden giderek, bu yürek ısıtan birliktelik kavramını güzelce irdeledikten sonra, yazısını şöyle bitirmekte:
Emma Goldman “dans edemeyeceksem, bu benim devrimim değildir” dediğinde, kast ettiği buydu belki de.
Emma Goldman 19. yy’da yaşamış, bir anarşist kuramcı. Bu lafı da kendisini -günümüzde kitlelere- meşhur eden lafı. Aslında tam olarak böyle söylememiş (Alix Kates Shulman olayı gayet net bir şekilde akademik ortamda açıklıyor) ama bu şekilde çok güzel özetleniyor, sanırım o da şimdi kendisine böyle atfedildiğini duysa, hoşgörürdü. Bizzat kendisinden (Goldman’den) alıntılarsak:
At the dances I was one of the most untiring and gayest. One evening a cousin of Sasha [Alexander Berkman], a young boy, took me aside. With a grave face, as if he were about to announce the death of a dear comrade, he whispered to me that it did not behoove an agitator to dance. Certainly not with such reckless abandon, anyway. It was undignified for one who was on the way to become a force in the anarchist movement. My frivolity would only hurt the Cause.
I grew furious at the impudent interference of the boy. I told him to mind his own business, I was tired of having the Cause constantly thrown into my face. I did not believe that a Cause which stood for a beautiful ideal, for anarchism, for release and freedom from conventions and prejudice, should demand the denial of life and joy. I insisted that our Cause could not expect me to become a nun and that the movement should not be turned into a cloister. If it meant that, I did not want it. “I want freedom, the right to self-expression, everybody’s right to beautiful, radiant things.” Anarchism meant that to me, and I would live it in spite of the whole world–prisons, persecution, everything. Yes, even in spite of the condemnation of my own comrades I would live my beautiful ideal.
Living My Life (New York: Knopf, 1934), p. 56
(bu vesileyle “dance with abandon” deyimi hâlâ gönlümüzde üst sıralarda 8)
Yani, diyebiliriz ki, eğer içinde inanarak, gönüllü olarak bulunduğunuz, içinde yer aldığınız bir hareket sizi rahatsız / mutsuz ediyorsa, bizzat o hareketin kendisi tarafından kısıtlandığınıza inanıyorsanız, “hareketine de!..” deyip, boşverin gitsin, inanın değmez. (“gönüllü olarak bulunduğunuz, içinde yer aldığınız” kısmı anahtar kelime bu arada: yoksa kimse sizden işinizden memnun değilsiniz diye ekonomik hede hödöyü bir kenara itip, istifanızı basıp, çıkmanızı beklemiyor, keşke hayat o kadar kolay olsa). Ama diyelim ki bir ilişkinin içindesiniz, partnerinize katlanmak zorunda değilsiniz. Bir siyasi fikri birlikte savunduklarınız, “hareketin gücünün daha da arttırılması ulvi niyetiyle” sizin onaylamadığınız bir şeyler yapıyor, göbekleriniz inanın bağlı değil, selametle! deyin, bırakın gitsinler, gerçekten değmez. Kendi partinizde gönlünüzce dans edemeyecekseniz, inanın değmez. Ben “küçükken” şimdi adını maalesef hiç hatırlamadığım, internette de bulamadığım bir filozof “insanın kendisini evinde rahat hissetmemesi bir ahlak problemidir.” demişti de, hâlâ derin derin feyz alırım o kaynaktan.
Ne çok ahkam kestim yine!… bir cumartesi öğleden sonrası evde, bilgisayar karşısında oturuyorum, ne zamandır blog yazasım vardı, en başta, hepinizi derde düşürdüğüm kayıp mor kalemim hakkındaki gelişmelerden haberdar etmek vardı listemde halbuki: kalemim hâlâ kayıp, hâlâ sevgili öğrencilerim karşılaştıkça “hocam, kaleminizi buldunuz mu?” diye soruyorlar. Kalemimi bulamadım ama pervazdaki iğneyi çıkarışımın akabinde sevgili Barış’la Sevil, “doçentlik dosyamın kabul edilmesi şerefine” bana LAMY’nin bir başka serisinden bir dolmakalem hediye ettiler sağolsunlar:
(Nergis Hanım akşam müjdeli haberi verince hayli haklı olarak “İsmail Ethem works in mysterious works” diye yorumda bulundu 8)
Eda’ya da aynı serinin lacivertini almışlar, “doçentlik sınavını geçme” hediyesi olarak. Tabii ikimiz de hediyelerimizi aynı anda alınca aklımdan kaçınılmaz olarak bin bir türlü Martin Mystere & Sergey Orloff göndermesi/esprisi geçmedi değil!.. 8)
Şimdi hikâye şu: benim kayıp sevdiceğim mor kalemim meğerse 2016 yılında özel/sınırlı sayıda yapılan bir üretimmiş – “sınırlı ediz hun” taktiğini tabii ki ben de sizler kadar iyi biliyorum (keriznikolaj …), haliyle artık bulunmuyor.
Şimdi, her yerde rahatça bulunabilse alacak değildim. Ama tam da bu pazarlama stratejisi yüzünden (ki, bu satırları yazan kişinin iki üç paragraf öncesinde Emma Goldman vik vik diye ahkâm kesen kişiyle aynı şahsiyet olduğunu hatırlatırım!), “acaba, allam, yoksa…” şeklinde kaygılara sürüklendim. Derinnnn derinnn aramalar sonucunda, yeryüzünde (= Google Shopping) iki tane mevcut olduğunu öğrendim – bunlardan biri olayın farkında olmadığından “normal kalem” fiyatına satıyordu, diğeri ise farkına varmış ve… 2 normal kalem fiyatına satıyordu. Dayanamadım (ya bu arzum gelecek sene depreşirse ben ne yaparım?..) ve siparişini bir gece vereyazdım. Akabinde geldi ve şimdi Barışlar’ın hediyesi olan mor, benim kayıp sevdiceğimin yerine gelen lila ve bir de önceden kaybettiğim, Hamiyet’in ofis hediyesi olan setin dolmakaleminin yerine kaaaaç yıl önce aldığım 2. yeni mat siyah arkadaş ile toplamda 3 Lamy’lik bir aile oluverdik, gökten üç lamy…
Tel Canbazlarının Tel Üstündeki Durumunu Anlatır Şiirdir / Turgut Uyar
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Tanrınız büyük amenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
Bütün ağaçlarla uyuşmuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama ağaçlar şöyleymiş
Ama sokaklar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yan gelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle dövüşemem
Siz ne derseniz deyiniz
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Ben tam dünyaya göre
Ben tam kendime göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız.
Turgut Uyar
Dünyanın En Güzel Arabistanı , Can Yayınları, 1994
“Günümüzde insanın evindeyken kendini evinde hissetmemesi bir ahlak sorunudur.” – Adorno imiş yahu!!! Rahatladım gerçekten. (Nasıl bulduğuma gelince: epey uğraştırdı doğrusu (Yalan, Google’a sordum, söyledi (Sordum sarı Google’a / İnsanın kendisini evinde rahat hissetmemesi bir ahlak problemi midir? / google dedi, internet ekipler amiri bunu yazmıştı bile genç..)))
İnternet Ekipler Amirimiz Sn. Kuzuloğlu sayesinde bugünkü gibi bazı geceler rahat uyuyabiliyorum. 8)