Thalassophobia, deniz korkusuna verilen isimmiş. Bende yok o kadar ama potansiyel var. Şöyle bir şey:
Ay: Ağustos 2018
Güzel sanatlar (lakin yorum da olabilirdi, ayrı girişe gerek var mıydı…)
…ve daha birtakım sorular. 8P
Şaka(?) bir yana, bir önceki girişi yazarken, yazdıktan sonra kontrol maksatlı okurken, ağzında karanfilli mujercitacığı ararken aklıma geldi. Hacettepe’nin (üniversitenin) en sevdiğim yanlarından biri bünyesinde bir adet güzel mi güzel sanatlar fakültesi barındırması. Oradakileri hemen ayırt edebiliyorsunuz biz mühendislerden! Gerçekten çok hoşuma gidiyor. Bir de sık sık eserlerini sergiliyorlar binalarının girişindeki salonda, Eda’yla yolumuzu düşürüyoruz düzenli olarak gezilerimiz sırasında.
Geçen (16 Mayıs) gezimiz sırasında kara kalem çalışmaları vardı, bir tanesini (resmini çekmemişim) bir başka şeye (Hopper’a) çok benzettik, internetten baktık, bulamadık ama biliyorum işte, yatağın üzerinde oturmuş kırmızılı kadın, dışarı bakıyor, yandan görüyoruz… Takıldı kaldı aklıma tabii, neyse, ofise dönünce buldum:
Hopper yahu! En sevdiğimiz sevdiceğimiz!..
Okumaya devam et “Güzel sanatlar (lakin yorum da olabilirdi, ayrı girişe gerek var mıydı…)”
A night at the opera / A day at the races / A night in Casablanca
(/sururi @ los museos)
Bilbao’da çok şükür, vakit bulduk da müzeleri şenlendirebildik. Güzel Sanatlar Müzesi’nin içini her daim Gug’un içine tercih ederim gibi siyah/beyaz bir cümle kurmayayım ama şimdiye kadar (belki bir David Hockney’e ev sahipliği yaptığı zaman hariç… belki / haydi bir de Victor Vasarely’yi bbk sergi salonunda bodoslama keşfettiğimiz seferi sayalım) falan…
Bu sene Güzel Sanatlar Müzesi (Museo de Bellas Artes de Bilbao) 110. yılını kutluyor olmanın şerefine, oturmuş, 110 tane eseri seçmiş deposundan. Eski şehrin (Casco Viejo) ortasında (en cerca de), Yeni Meydan’da (Plaza Nueva) Cafe Bilbao vardır, epey buluşma, bilinme noktasıdır, bunlar da duvarları (filan):
sanatsal, degüstasyonel, canan ile orhan. Txipirones fritas bulabileceğiniz ender yerlerdendir hem de…
Okumaya devam et “A night at the opera / A day at the races / A night in Casablanca”
We’re two of a kind / Silence and I…
vahşi siyah atlardık
kentin ışıklı çöllerinde kendi izini arayan
deri ceketlerimize sığdıramadığımız düşlerimiz kadar
aşık ve düşmandık
dünya acıtırdı bizi. her şey kanatır, her şey yaralardı
sevişmek çekip çıkarmazdı bizi derinliğimizden
öfkemizi dindirmezdi hiçbir şey
geceleri uyuyamayan çocuklardık,
otobüs garlarında uzun maceralar umar
apansız yolculuklara çıkardıkMurathan Mungan, ‘Avara’dan detay…
Dün güzel bir tesadüf oldu, epigraf’ı ayağa kaldırmak üzere özgür yazılım‘da stajyer bir arkadaş (sevgili Oğulcan) kolları sıvamış, sonrasında meğerse bilgisayar mühendisliğinden öğrencim çıktı, sevincim katmerli oldu! 8)
Fişek’teki kendi “stajyerliğimi” hatırladım, Doruk’la eski günleri yâd ettik: <enter Altın Kızlar’ın Sofia’sı> Batıkent, 1999 yazı… Aklımızda bir dolu şeyler olan, çok da dramatize etmemek gerekmekle birlikte, her birinin kendince bir dolu kaygıları, güvensizlikleri, sıkıntıları olan, birbirlerini HiTNet adındaki bir iletişim ağından bulmuş, sıkıca arkadaş olmuş bir BBS dolusu geek. Başımızda da çok sevgili patronum Doruk…
HitNet’e sanırım ’95 yılında girdim. Sonrasında Ankara yolculukları, zirveler, nargileler derken okulu bitirme kararı alışım, mucizenin gerçekleşmesi yolunda atılan epey adım… İTÜ Fiz Müh’te 3 staj zorunlu idi: atelye, bilgisayar, elektronik. Fırsat bu fırsat deyip, bilgisayar stajımı fişek’te yapayım dedim, iyi ki de demişim. Patron kollarını ve FCH’ı sevgiyle açtı. Muhteşem bir yazdı (misal için bkz. ilgili girişin son hikayesi). Hep derim, patron olmasa idi, FCH olmasaydı bugünkü halim niceydi! ODTÜ yıllarında da “damlamaya” devam ettim, hatta Ece’nin geliş haberini oradayken aldım.
Çok hızlı gidiyorum, bir resim koyalım buraya, biraz da mola verelim….