Türkiye’ye döndükten sonra ne mutlu ki pek çok güzel şey oldu: Hacettepe’ye girmem, oradaki güzel insanlar, her biri başlı başına bir dünya olan öğrencilerim… ama geçen gün düşündüğümde Türkiye’ye dönüşümün bana kazandırdığı en değerli şeyin çok sevgili arkadaşım Eda olduğunun iyice ayırdına vardım.
Pek çok arkadaşımla ne ilk tanıştığımız günü, ne de o anı hatırlayamazsam da, Eda ile tanıştığımız tarih de, vesile de çok net: 18 Ekim 2014, Cumartesi — neredeyse 4 sene olacak tanışalı ama o dört senede en azından bir 20 yıllık yol kat ettik (böyle sayı kestirme işlerini de benden rahat yapan yoktur bu arada — derslerde de hep büyük bir özgüvenle “%70’inde…, %99’unda…” diye kestirip atarım (hemen ardından da sorumluluk reddimi (disclaimer‘a bir güzel karşılık bulamamışız!) ibraz ederim: “aman siz sakın ciddiye almayın bu kestirimlerimi!” diye)… ne diyorduk, evet, nereden baksanız 20 yıllık arkadaşım benim Eda. Hacettepe’ye başvuran adayların almakla yükümlü olduğu bir çeşit pedagojik formasyon kursunda (“Eğiticilerin eğitimi”) tanıştık (benim yaptığım bir itiraza yorumda bulununca), sonrasında “Hacettepe’ye kabul olursan(ız), gelince haberleşelim, kampüsü gezdireyim” dedi, ben de Hacettepe’ye kabul olunca, gelince haberleştik, kampüs gezintilerimiz böylece başlamış oldu (o gün bugündür, hâlâ da hemen her gün gerçekleştiririz, ne bitmez kampüsmüş! 8).
Eda ile pek çok ortak yönümüz var (hatta baba taraflarından az kaldı akraba bile çıkıyorduk!) ama iki insan karakter olarak birbirine ne kadar zıt olabilirse, biz de o kadar zıtız (benim Myers-Briggs INFP-A kişiliğime doğrudan kontra ESTJ-T ile geldi! — hatta benim karakter analizimde özellikle zıt arkadaşlığa örnek verdikleri tam da Eda’nın karakter yapısı idi:
A friendship with an ESTJ on the other hand, governed by social conventions and community participation as they are, would almost be a non-sequitur – though INFPs may find the idea of being paired with their opposite fascinating enough to outweigh the practical challenges to such a friendship.*
Hacettepe’deki günlerim arkadaşım sayesinde daha da güzel geçiyor, sıkılınca mesajlaşırız, o sırada meşgul değilsek çıkar bir tur atarız, daha da vaktimiz varsa çeşitli markaları (QuickChina, Starbucks… 8) ihya ederiz. Böyle madde madde yazar gibi oldum, anlatması zor insanın arkadaşlarını, o yüzden doğum günüme gelelim.
Bir insanın sabah ofisine geldiğinde, gizemli bir mektup bulması, ve sadece ikinizin anlayabileceği bir sürü şey olması (evet, “inside joke” demeye çalışıyorum), böyle bir dosta sahip olmak ne kadar büyük bir şanstır anlatamam. Kapımdaki mektupla başlayan “doğum günü hazine avım” makaronlu bir pastayla muhteşem sonuçlandı! (ve evet, aynı Ron Swanson gibi, bir yandan öfleyip pöflerken, bir yandan da elimde sihirli değneğim, neşe içinde kampüs turu atıyordum — ismi lazım değil, arkadaş iki dakika bir yere oturup dinlenmeme bile izin vermedi! 8P). Diyorum, yazınca böyle bu satırları, neşe pınarı minnak bir şey yazıyormuş gibi oluyor ama bildiğiniz Sururi Bey işte! Eda sayesindedir ki, bir dolu güzel şeye alıştım, keyfini çıkarıyorum. Yakın zamanda Eda ile Barış’ın da tanışması ile birlikte süper bir üçlü olduk: dünyanın başı sıkışırsa biz bir köşede eğleniyor olacağız, siz başınızın çaresine bakın!
(Ne kadar mı minnak? Barış’ın bize sardırdığı aman da aman şu 4 a.m. shower stripleri kadar minnak!
Pofff… Ne çok görselli bir yazı oldu. Yazarım yine. Belki.