Bir hafta kadar önce, gayet mutlu uyandığım bir sabah, öldükten sonra ne yapacağıma nihayet karar vermiş / bulmuş buldum kendimi. Öyle bunalım bir şeyler hiç değil, hakikaten değil, derin güzel bir uykudan uyanınca gelen aydınlık düşüncelerden. Hem sonra insan emekli olduktan sonrasını planlıyorsa, bu gayet normalse… (Sonuç mu dediniz, ne dediniz, ne dediniz
Sonuç hiç gömülür mü, geliyorum) Neyse, diyeceğimi yazayım da hiç de öyle karamsar -slash- allegorik -slash, virgül- italik çok afedersiniz sembolik bir şeyler olmadığını görün:
Öldükten sonra ikindi/saat 5 güneş batarken Hüsniya ile yeni yıkanmış balkonunda çay içip, oradaki sofada kestirip, uyanıp, aynı anı tekrar tekrar yaşamak istiyorum.
Özetle bu. Tabii ki sevdiklerim, kitaplar, filmler, müzikler, purolar, arkadaşlar da var ama temeli bu, her şey bunun üzerine kuruluyor, gerisi geliyor.
Bambaşka bir konuya atlayalım (haydi!): Sonic Youth dinliyorum yine bir süredir, hem de dinlemekle kalmıyorum, bir yandan da konser kayıtlarını da izliyorum. Böylesi bir varoluş — en çiğ haliyle diyeceğim değil ama benim için epey bir şey. Kendimce ahkamlar kesiyorum kendime, örneğin diyorum ki “Sonic Youth, diğer yüzü Portishead olan bir paranın bu yüzü…”, gibi. Ne desem umurlarında olmuyor.
Plumtree’yi keşfettim Scott Pilgrim vs. the World vesilesi ile, oradan depreşti tabii, bol bol Discount dinledim, Sleater Kinney’e biraz daha dalabildim, Veruca Salt, Vivian Girls keşfettim. Bunları, bunları yaptım, müzik güzel bir şey, müzik bir dünya.
ben bunları yazarken, epigraf gelir gibi oldu, geçti; mark e. smith hâlâ ölü; cure, nine inch nails ile ortak konser veriyor; smashing pumpkins toplanır gibi oldu ama kim deal’siz pixies muamelesi çektiler, sonra da olmadı sanırım.
4 kitaplık Shadowrun romanları romansım, 4. kitabın (“2XS”) fena patlak çıkmasıyla kabak tadı verdi, durdum, bir süre (2 hafta sanırım) okuyacak bir şey bulamadım, sonra Hugo ile Nebula’yı kimler kazanmış diye baktım, “All the Birds in the Sky”ı buldum, yorumlarda “Little, Big” ile kıyaslamışlar, okumaya karar verdim, evvelsi gün başladım, bu sıralar yarılamış durumdayım, başı daha güzeldi; aynı gün Ursula LeGuin’in “Loathe of Heaven”ı varmış, ondan haberim oldu, onu da listeye aldım; bizzat John Crowley’nin ta kendisinin bir “Engine Summer”ı varmış, bir de “Ka”sı, hem Ka bu yıl mı ne çıkmış, onları da, onları da aldım listeye (hepsini aldım, geliyorum). Okuyacak çok şey oldu, üniversitede işler çoktu, bir tane başvuru vardı onu yaptım, Eda Portekiz’e gidip geldi.