Malumunuz, Ramazan geldi. Pideye çok bayılmam ama bizim arka sokakta Öykü Simit vardı, orada her Ramazan iki küçük kız iftara doğru dükkanın önüne kurdukları tezgahta içeride sıcak sıcak bekleyen pidelerin reklamını yaparlardı. Karşılarındaki kebapçı da benzer bir girişimde bulunsa da, kızlar müşterileri kaparlardı. Evvelki sene gide-gele oradaki amcayla tanış olmuştuk: kızlar torunlarıymış, ve birkaç bir şey daha (üzücü şeyler). Geçen sene amca yoktu, kızlar sanıyorum başlarda vardılar, sonra görünmediler, kızların babası, amcanın damadı vardı, amcayı sormak istedim, alacağım cevaptan çekindim, sormadım. Bu sene Öykü Simit el değiştirdi, Susam Sokağı oldu, girmedim hiç içeri.
Zannediyoruz ki şunu şöyle yapsak her şey düzelecek… İnanın yok öyle bir şey. Zamanında kötülük bâki deyip, Yüzüklerin Efendisi’ne de laf sokmuştum, “hani kötülük bitecekti yüzük yok edilince?” diye. Geçen ayların birinde, kipatı elimde karıştırırken alıverdim cevabımı, kazın ayağı öyle değilmiş, Tolkien/Gandalf da ilk elden hakkını veriyormuş zaten kötülüğün:
Bu şey hakkında efendiler, hem bizim, hem de Sauron’un içinde bulunduğumuz kötü durumu kavrayacak kadar bilgisi var hepinizin. Eğer onu yeniden ele geçirirse sizin bütün yiğitlikleriniz boşa gider ve onun zaferi hem hızlanır hem de mükemmel olur. O kadar mükemmel olur ki, bu dünya ayaktayken kimse bu zaferin nihayetini göremez. Eğer bu şey yok edilirse, o zaman o düşecektir; o kadar aşağıya düşecektir ki kimse bir daha onun yeniden doğruluşunu göremeyecektir. Çünkü başlangıcında kendisi için tabii olan gücün en mükemmel kısmını kaybetmiş olacak ve o güçle yapılmış ve başlamış olan her şey ufalanacak, o sonsuza kadar sakat kalıp kendi kendini gölgelerde kemiren önemsiz bir ruh halini alacak, ama bir daha ne büyüyebilecek ne de bir biçimi olacaktır. Ve böylece bu dünyanın büyük bir kötülüğü ortadan kalkmış olacak.
Gelebilecek başka kötülükler de var; çünkü Sauron’un kendisi de bir hizmetkâr veya gizli bir casustan başka bir şey değildi. Yine de dünyanın bütün gelgitlerine hakim olmak değil bizim rolümüz; bizim rolümüz içine bırakılmış olduğumuz yılları sıkıntıdan kurtarmak için elimizden geleni yapmak, bizden sonra yaşayanlar işlemek için temiz bir toprak bulabilsinler diye bildiğimiz tarlalardaki kötülüğü kökünden söküp atmak. Ama onların ne bulacakları bizim hükmümüze bağlı değil.
[5. kitap, 9. bölüm, Çev: Çiğdem Erkal İpek]
bu kısım mıydı, emin olamadım, sanki Gandalf daha sert çıkışıyordu, ama bakınca bulamadım, işaretlememişim de…
(Başka nelerden bahsedecektim?.. Fatalism.)
Fatalizm, Mortal Kombat’ın meşhur “Finish Him!”ini akla getirse de, kadercilik anlamına geliyor. Kendinizi daha fazla debelenmeden, yormadan, serin sulara bırakmanız. Yenilgicilik (defeatism) de doğrudan içinden çıkageliyor. İşte ben öyle bir şeyim (hani bir gün dalar ya insan…). Marifet diye söylemiyorum, Turgut Uyar gibi daha çok:
hiçbir şeye hazırlıklı değildik
oyunlar oynandı, gökler kapandı, yenildik
(biraz daha?)
çaresizlik değil yenilgi. (sonradan övülecek)
herkesin içinde yürekle buluştuğu bir yerdi
[“Yenilgi Günlüğü”, Turgut Uyar]
Kalabalık otobüslerde insanlar birbirine kızıyorlar çünkü kısa vadede karşılarında/yakınlarında birbirleri var. Kimsenin aklına belediye gelmiyor. Trafik sıkışıklığında, hatta daha da ileriye gideyim, sizin iki saat dönmek için beklediğiniz şeridi kesip, önünüze geçenlere kızdığınızda aklınıza altyapı imkansızlıklarını düşünmeden 50 katlı projelere onay veren belediye de gelmiyor. İnip, o aracın sürücüsünü -Barış’ın deyişiyle- gerçek kılmak istiyorsunuz. Çocuklar ölüyor, insanlar aç, insanlar kötülük yapıyorlar (geçen gün John Wick’i izledim de), her şey habis, biz noktacıklara kızıyoruz, sanıyoruz ki onları halledersek her şey hallolacak (vur düşür pengueni &/ Tanrım size bir salıncak!). Diyeceğim o ki… ne? Kant daha evvel söylemiş mi! Peki, peki… (“insanoğlu eğri büğrü odun misali…”).
Bu kadar mıydı aklımdakiler? Değildi, sanki vardı bir şeyler daha… (Bisiklet?)