and all that jazz…

Tiyatro, bale ve caz sevmem. Opera, dans ve punk severim. Şimdi gidip eski girişlerden arayıp bulacaktım kaç kereler caz sevmediğimi dile getirmişim diye, üşendim. Son birkaç senedir çok yorgunum.

Nereden çıktı şimdi bu konu? Anlatayım: cuma günü Eda ile sohbet ediyorduk, vizyondaki filmlerden vs. vs., “aaa,” dedim, “La-la-la-land diye tam senlik bir film var…” diyecektim ki, o da bana onu önerecekmiş, “yok,” dedim, “ben caz sevmem, almayayım, teşekkür ederim” – o da “Postmodern Jukebox’ı dinliyorsun ama…” dedi, dedim “o başka…”.

Levent klasik müzik, caz müzik, insanın insanlık namına göğsünü ne müthiş, göksel şeyler kabartıyorsa onları dinler, süper bir ses sistemi vardır (geçen Almanya dönüşümüzde daha da süper bir ses sistemi oldu), ben 80ler pop ile punk dinlerim ama iyi anlaşırız. Onlarda iken klasikten başlar (klasik dinlerim ben de), sonra ilerleyen saatlerde bir bakarım caz çalıyor, anlarım ki kalkma vakti gelmiştir. 8)

Cazdan zevk almak, çabayla, birikimle edinilen bir zevk (Amerikalılar bu tür şeyler için acquired taste terimini kullanıyor olabilirler), kabul ediyorum ama benim derdim değil. Neyse ki, Nergis Hanım da, Ece de sevmiyorlar da, evde kimse kazara maruz kalmıyor.

İşte bir de postmodern jukebox gerçeği var (bu sefer üşenmeyip, baktım, buralarda ilk olarak 2014 martında bahsini geçirmişim / güzel yazıdır bu arada, severim 8). İşte ilk Sweet Child O’Mine yorumları vesilesi ile arkadaşlarla tanış olmuştuk, sonra epey sağlam dinledik. Hatta geçen yazın başında turnelerinin son ayağı Türkiye’deydi, biletler satışa çıkar çıkmaz almıştık, sonra Ece’nin ilkokul mezuniyet partisi ile çakışınca “moral” bir dilemma’ya (şimdi dilemma yazınca, öbürünü de moral diye bıraktı paşa gönlüm, ne var?) düşmüştük, sonrasında biletlerimizi bir arkadaşa hediye edip, örnek ebeveynler olarak mezuniyet partisinde boy göstermeye karar vermiştik. Sonra bu arkadaşlar güvenlik sebebiyle Türkiye’de konser vermekten vazgeçtiler, biz de kötü insanlar olarak, istediğimiz halde gidemiyor olduğumuz bir konserin iptaline pek bir sevindik (bu tür kötücül hislerimizin daha uç örnekleri de var ama burada bırakalım), dinlemeye devam ettik tabii ki.

Konuyu değiştirelim ama yazasım kaçmış, kısa keseceğim. Bioshock 2’nin harika müzik düzenlemesini yapan adam Scott Bradlee diye bir adam (bu müzik düzenleme işinde bir favorim de Trent Reznor’dır bu arada), onun “Postmodern Jukebox” adında, günümüz hitlerini eskinin tarzıyla yorumladığı bir de güzide grubu var ailecek sevdiğimiz, işte geçen gün tesadüf eseri turneye çıkacaklarını ve turnenin son ayağının Ankara olduğunu öğrendik, hemen bir heves bilet almak için tıkladık, daha hala Ankara biletleri satışa sunulmamış (Ahmet San’a az giydirmemiştik İnönü Stadı’nın kapılarında beklerken! 8) — Vişnelik çim amfide olacakmış bu arada), haydi bakalım.

kitaplar, özet, pmjukebox – Şubat 2016

Dün sevgili Bahar sağolsun, günümü/haftamı PMJ’in Last Christmas yorumu ile başlattı*, birkaç saat sonra Robin de PMJ hakkında tweetleyince, ben de bir blog girişi ile konuyu taçlandırayım istedim (aslında hedefim caz düşmanlığım idi ama kime göre neye nöye…).

Konu hakkında altın vuruş da -yine dün- Nergis Hanım’dan geldi: “Postmodern Jukebox bildiğim şarkıları çalarken güzel geliyor ama bilmediğim şarkılarda doğrudan caza dönüşüyor, atlıyorum”.

Yeni bir $izoSuru’nun zamanı geldi mi ne…


Last Christmas yorumu demişken — Leigh Nash’in yorumu benim için, rahmetlinin orijinalinin hemen arkasından gelir, tavsiye ederim.

“and all that jazz…” için 3 yorum

  1. Evet lütfen (yeni bir $izoSuru için).
    PMJ için teşekkürler. Cebe attım hemen ve Nergis Hanım’ın dediği duruma düşeceğimi düşünüyordum All That Base’i dinlerken. Demek ki öyle olacak. 🙂 (Evet ben de cazdan anlamam/çoğunlukla hazzetmem. Yine de eski nesil cazı seviyormuşum, şimdi bunları dinlerken farkettim.)
    Bu arada ben konudan biraz uzak olsa da Pentatonix’i youtube’dan takipte olduğumu buraya yazayım, bilmeyen varsa nasiplensin: https://www.youtube.com/user/PTXofficial

    1. Ece Hanım’a beğendiremedik bir türlü PMJ’i. All that Bass’i orijinalinden sevdiği için midir, hiç haz etmiyor, listede PMJ’in hangi şarkısı çalmaya başlarsa başlasın, ortamı terk ediyor. Birkaç ay önce, yine PMJ çalıyordu, bu arkadaş gayet ciddi bir şekilde geldi, “şey, bu grubun adı neydi?” diye sordu, söyledik, teşekkür edip gitti. “Acaba sevmeye mi başladı?” diye düşündük (ABBA, Michael Jackson ve Grease şarkıları söyleyen bir kişiden bahsediyoruz, sonuçta hayli muhtemel), (ürkütmemek için) birkaç gün sonra sorduk, “geçen gün niye sormuştun, dinlemeye mi başladın?” diye de, meğer Saftirik Greg’in “Kendin Yap” anket kitabına yazmak içinmiş “En dayanamadığınız müzik” sorusunun karşısına.

      Nergis Hanım’da da benim için gelmiş geçmiş en iyi grup olan X-Legged Sally’ye karşı böyle bir bilinçaltı tepki vardır — isterse hiç dinlememiş olsun o sırada çalmakta olan şarkılarını, 2 saniye içinde ortamı terk eder. 8)

      Pentatonix’i ilk olarak Daft Punk toplama şarkıları klibi vesilesiyle tanımıştık, arada dinleriz, severiz uzaktan, Pomplamoose’u da epeydir azalttık (Disq’e bin selam olsun!).

      Öptüm kib bye!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir