90 yaşındayım, yorgunum. Bugün babam ve Ece ile babamın teknesiyle ("Emek’li") balığa çıktık, iyi bir yer bulduk, attığımızı çektik (yakaladıklarımız "kupa" balıkları imiş), sonra rüzgar çıkınca limana döndük, dondurma yedik. Dün akşam bu dönem vereceğim dersin ("Maddenin Yapısı ve Özellikleri") notlarını hazırlamaya başladım, bugün devam edeceğim. Yanımda Sait Faik’in "Kumpanya"sını getirmiş idim, onunla birlikte kitapta yer alan diğer iki hikayeyi ("Kriz" & "Gauthar Cambazhanesi") de okudum; Kriz’de, sonlara doğru insanın içini derinden cızlatan bir paragraf var – hikayenin odağındaki genç (Necmi), sevgili olduğu kızla yolda ilerlemekte, sinemadan çıkmışlar, yürüyorlar, iki tane "mahallenin delikanlısı" yollarını kesmek üzereler.
Güzel bir gecede, fevkalade şık bir otomobilde kucaklanmış bir kadını kıskanmak; ne diyeyim, hatta anarşist bir ruhla bu otomobile bir bomba savurmak akıl ve hayal edilir bir şeydi. Fakat kendileriyle aynı fakir elbiseleri paylaşmış, aynı yolları, aynı veçhile yürümüş bir adam bir kara kıza maliktir diye kıskanılamazdı. Bunu akıl kabul etmezdi. Bilakis bundan, bu manzaradan, herhangi yalnız bir insan biraz garip ve az buöuk acı da olsa bir zevk duyabilir. Hatta kendine bir saadet hissesi bile çıkarabilirdi. Çıkarılamazsa tiyatroya niçin gidilir, tiyatroda nasıl gülünür ve ağlanırdı?
O halde bu insanların ruhu fenaydı. Halbuki Necmi onları ne kadar seviyordu. Bu cevval iki çocuğa Necmi hiçbir kin duymadığını hissetti. Onlara acıdı. Sonra, aldırış etmeyelim! dedi kendi kendine… Tam bu sırada koluna başka bir insan kolu gidriğini fark etti. Fathi Camii’nin arkasındaydılar. İki külhanbeyi, ileride bir fenerin dibinde onları bekliyor, cıgara yakar gibi yapıyorlardı. |
Borges’i okuyorum yeniden bir de (Murat Gülsoy’un hatırlatması üzerine). İki hikayesi gelmişti aklıma (İngilizce adları ile "The Circular Ruins" ile "Tlön, Uqbar, Orbis Tertius"), onları yeniden okudum güzelce – bir önceki okuyuşumda İspanya’da, Bilbao’da, üniversitenin arkaya bakan terasında, bir yanımda Vegafina corona puromu içerkendi, onu hatırladım. Buraya gelmeden Amerikan Çarşısı’na uğramıştım, Captain Black pipo tütününden puro yapmış, ondan almıştım, onu içiyorum tatilde. Circular Ruins’deki "twist" ne kadar ustacaydı; "Tlön, Uqbar, Orbis Tertius" 1940’da yayınlanmış, dikkatlice, kasıtla okunursa, bildiğin quantum’un Kopenhag Yorumu’nu barındırıyor ("…The people of Tlön are taught that the act of counting modifies the amount counted, turning indefinities into definities. The fact that several persons counting the same quantity come to the same result is for the psychologists of Tlön an example of the association of ideas or of memorization…"). Borges’e niye Nobel vermemişler, benim bu konuda bir yorumum var (ama onu da Cem Akaş’tan aşırmış olabilirim): akademi yazdıklarını gerçekten onun mu yazdığını, yoksa Caseres’in bir projesi olduğunu mu bir türlü anlayamadıklarından, sonra maymun durumuna düşmek istemediklerinden vermemişlerdir. Okumaya devam ediyorum (bugün Alçaklığın Evrensel Tarihi’nden "The Improbable Impostor Tom Castro"yu okudum, onda da ne kadar da göz önündeydi her şey – tam da bu yüzden ne kadar muğlak).
Neticede yaşlanıyorum (90 yaşında olduğumu başlarda söylemiştim, değil mi?), bugün sanıyorum ki ders notlarını hazırlamayı yarına erteleyeceğim. Bir puro içtim, bir puro daha içeceğim. Gereksiz bir hüzün var üzerimde. Aklıma geçen gün bir hikaye geldi, bir arkadaşa yapabileceğim bir iyilikle ilgili, yapacağım iyilik bizzat o hikayeyi yazıp, o arkadaşım için mutlu sonla bitirmek. Nehre atılan bir çakıl taşı, nehrin akışını değiştirir mi hikayesi. En azından hikayede öyle.
Seneler, seneler evvel / in a kingdom by the sea… (12/12/2012)