[Turgut Uyar, Carl Gustav Jung, Enis Batur, Lale Müldür, Ursula K. LeGuin ve A.S. Byatt için]
28/9/2010
Adam bir gün yürürken yerde kısa –bir parmak kalınlığında ve uzunluğunda bir dal parçası buldu. "Bundan sonra bunu çiğneyeceğim." dedi kendi kendine, ağzındaki puroyu attı, katranını tükürdü, ağzının kenarında artık o dal parçası, yürümeye devam etti. Otları, taşları, kayaları tepeleri ezdi, bir mağaranın önüne geldi. Mağarada ak sakallı, yaşlı bir adamla bir kadını gördü. Kadın adamın kızıydı ve kördü. Yaşlı adamın da gözleri pek iyi görmüyordu. Onu görmediler. Mağaranın önünde durup, uzun süre onları seyretti.
Kadın sonra adamın olduğu tarafa döndü ve ona seslendi ve dedi ki: Burası ölüler ülkesi ve bizler ölüyüz. Benim adım Belen, benim adım Amaya ve benimle kal, seni hep severim, bizimle kal. Adamı içeri, mağaranın içindeki evlerine buyur ettiler, onu masada oturttular meyvelerden yemek verdiler. Amaya elini uzatıp adamın omzuna koydu. Görmese de ona dönüp dedi ki: sen benim beklediğim değilsin ama ben seni sevdim. Kısmetim değildin ama kısmetin sen oldun.
Evlendiler o gece. Adam o evde 3 ay kaldı, kış geçti.
Bahar gelince Amaya ona dedi ki "uyan artık, gitme zamanın geldi". Ona çam dikenciklerinden bir kolye verdi. Bunu tak ve canınla birlikte beni hatırla. Kış gelince sen de gel.
Adam hatırlayamadı kendini, gidemedi. Hep oralarda dolandı, oralarda öldü. Kış geldi, o gelemedi.
Rüyasından uyandı. Yüzünü yıkadı, bütün gün ve gece Amaya Belen’i düşündü.
5/11/2010
Madrid – Bilbao