sus – suss – sussidio!

 Herkese merhabalar, epey uykum var (saat 1 olmak üzere, bugün de yorucu bir gündü güneşin altında (yeni bir şey)), o yüzden biraz özet geçeceğim ama güzel bir gündü. Güzel bir gündü demişken, belki zaten görmüşsünüzdür, bir süredir Avrupa’da (internette) kol gezen bir hayalet (meme) var, şöyle bir şey:

Evet, o Profesör Farnsworth, o Futurama bölümü de yanlış hatırlamıyorsam evrime dair bir bölümdü. Ben de nicedir böyle hissediyorum buralarda (sadece evrime dair olan şeylerle de sınırlı değil üstelik, hatta evrim konusuna gelemedik daha). Buralar = sokak, her yer her yer her (blister in the sun).

Osman’la Ahmet’in babalarının son zamanlarda artık iyiden iyiye yaptıkları malumunuz, işte iyice coşmamak için bugün biz de bir şeyler yaptık, güzel bir gündü (And when I think about all the times that I’ve had / So few good – so more bad).

Damla bir arkadaşıyla (Arzu) Hacettepe’den geldi, biz de Bulgar çekirdek kadrosunu oluşturmuştuk ki, diğerleri de eklendi (en azından yemek kısmında 8), keyiflice bir Aspava partisi yaptık önce (Aspava’da da Ece’den dolayı bir prestijim var — vaktiyle bana bir de karısından dolayı tamircide prestiji olan bir amcadan (tamirciye gittiğinde, özel müşteri olduğunu belirtmek için "ben Bilmemkim Hanım’ın eşiyim" dermiş) bahsetmişlerdi de, garip gelmişti ), sonrasında Sibel hariç (ve Özgür ile Arzu ek) bir kez daha Bulgaristan tayfası, gittik ağaçlara, dediğim gibi güzel bir gündü. Facebook’ta paylaşmak kolay, ama asıl önemli olan buradan yazmak ("Şair olmak ne ki – şair kalabilmek asıl sorun…" demişti Murathan Mungan uydurmuyorsam).

Ağaçlar ekildi, 3 kasımda daha da ekilecek. Bunlar da bugüne dair çekilmiş resimler… 


Kravatlı ve doğal… Bu arada, absürdlük niyetine fidan yerine çukura kendini diken bir kızı da gördük, kesin bilgi.


Oğlanlar olarak biz ilk fidanımızı dikmiş, pozlarımızı verirken, kızlar çoktan tepelere çıkıp ikinci fidanlarını dikmekle meşguldüler…


"5. günün sabahı doğuya bakın." başlıklı yapıtımız

şu son bir ay, son bir yıl ve arz-ı halim (yaz yare böyle)

Bu senenin en kötü şeylerinden biri ideal diye bir şey olmadığının iyice ayırdına varmak oldu. "Yeni mi anladın?" diyeceksiniz, eh, biliyordum bir şeyler gerçi ama yine de teori ile pratik arasındaki farktan yararlanıyordum (halbuki ortaokul kimyada güzelce göstermişlerdi: "ideal gaz", "mükemmel gaz"  nedir ve bunların arasındaki farkları yazınız).

Mükemmel diye bir şey yok, onu biliyordum ama doğrusu ideal kavramı işimi görür olmuştu, hayal kurabiliyordum. Şimdiyse en ufak hayalimde bile dertler geliyor, kenarından köşesinden yiyip bitiriyor hayallerimi, "öyle olmaz, böyle olmaz, şuradan şu çıkar…" — yahu hayal alt tarafı, iki dakika bıraksanız zaten ben kendisini kurup gideceğim, yok, müsade etmiyorlar illaki kabullenmem gerekiyor düşündüklerimin düşünce bazında bile asla olamayacağını.

Kim bilir nelerden bahsediyordum ben? Siz de haklısınız. Artık hayallerden bahsedemiyorsak, başka şeylerden bahsetmek lazım cancağzım.

İki hafta önce, buradan 6 kişi Bulgaristan’a, kristallografi okuluna gittik bir haftalığına. Dördümüz otobüsle, iki kişi de uçakla seyahat ettik. Otobüs! Başta inanılmaz geldiyse de, hakikaten oluyormuş. Sadece Metro Turizm günde 6 sefer düzenliyor, yol İstanbul’dan Sofya’ya 9 saat tutuyor (Sofya ülkenin epey batısında, normalde 3.5 saatte sınıra ulaşıyorsunuz). Bilet fiyatı daha da inanılmaz: gidiş 50, dönüş 60 TL. Gulechitza adındaki, Sofya’ya bir buçuk saat mesafedeki mevkide bir dağ otelinde bir hafta boyunca el üstünde tutulduk, çok güzel vakit geçirdik, dahası Mois ve Gemma da oradaydılar, onlarla da hasret giderdik. 

Geçen pazartesi sabah 5’i 10 geçe eve döndüm, Ece içeriden seslendi – ben geleceğim diye erkenden yatmış, erkenden de uyanıp kulağı kapıda beklemiş gelmemi kuzu. Onunla oturduk, resimleri gösterdim, başımdan geçenleri anlattım, sonra 7.30’da servis için evden çıkıp, Şakir Hoca için hazırladığımız çalıştaya katılmak üzere okula yollandım. Çalıştay 9.30’da başlayıp, 18.00 gibi bitti ve ertesi günü hatırlamıyorum. Ama güzel geçti ne mutlu ki.

Kimi, neyi özlediğinize dair bir şeyler sezmekle birlikte, adını koymamak (koysam ne olacak ki, ideal diye bir şey yok, oraya gitsek farklı şeyler, burada kalsak farklı şeyler, aslında her biri farklı olup, tam da bu yüzden birbirlerinden bir farkı kalmayan durumlar, kişiler, hayatlar).

Bana save/load lazım bu hayatta (revert to the last saved position). Hayat adventure oyunu değil ama olsaydı daha iyi olurdu. (Güzel insanlar, güzel yerler).