Uzun-mesafe ilişkiler yürür mü ya da Danimarka sineması

Bu yaz, ne de güzel bir çakışma sonucu Emren’le rastlaştık. En son 4 sene evvel yine aynı yerde rastlaşmıştık, biz Bilbao’ya, onlar Madrid’e gitme hazırlığındaydılar. Emren sinemacılıkla uğraşır, dünyanın en tatlı, temiz kalpli, iyi niyetli, epey de cool bir kişisidir. Ayaküstü konuşmalarımızdan birinde bana iki yönetmen tavsiye etti: Thomas Winterberg ile Per Fly. İkisi de Danimarkalı (kısaca "Dan"?). Anders Thomas Jensen (ve bizi onun filmleriyle tanıştıran Briantje) sağolsun, Danimarka filmlerine tamamıyla yabancı değiliz. Geçen gün Winterberg’in filmlerini kontrol ederken (hele de "Jagten" ("The Hunt") — ah Mads Mikkelsen, o nasıl kapak bakışıdır öyle, filmi seyretmeden dağladın içimi) işlediği temaların benim Tuscaloosa yüreğimin kaldıramayacağını anladığımdan, Per Fly’a yöneldim, üçlemesinden de yine benim T. kalbimin en az zorlanacağı Drabet ("Manslaughter") filminde karar kıldım, bugün de izlemeye başladım (dün Looper ile sonrasında onun kötü etkisi geçsin diye Matrix’i izledim bu arada (neden 12 Monkeys ya da La Jetee değil de Matrix? Because.).

Konu sağlam, epey sağlam. "The Hunt"taki gibi "adamın canını çıkarıyorsunuz ama o aslında masum!.." ya da genel olarak "biz bunları cezalandırıyoruz çünkü bak hakikaten kötüler" kaypaklığına kaçmadan, şimdilik -filmin bitmesine bir yarım saat daha var ama heyecana gelip arada bu girişi yazayım, bakarsın sonra bir sapış filan olur dedim- taş gibi ilerliyor. Belki filmi izlemişliğiniz vardır, olacaktır (Seyfettin!..), diyebilirsiniz ki "ama bunda da vicdan azabı var.." eh vicdan azabı çekmeyen bir karakteri ben ne yapayım? (1) Bu film o karakterin değil, diğer, "her şeyi bilen" karakterin (2). O zaman da bu sefer belki "ama aşık o da, aşık olmasa yapar mıydı?" — Tuzak soru çünkü bence, başta aşık değil, öyle yaptığı, yapmak zorunda olduğu, öyle hissettiği için aşık (bkz. eşiyle konu üzerine yaptığı ilk konuşma).

Danimarka’dan kan bağıyla (literally bu arada), Norveç’e, Joachim Trier‘e gidersek, müthiş Reprise‘dan sonra yeni bir film daha çekmiş çekmesine (Oslo, Ağustos 31) ama tanıtımını izleyince, T. kalbim yine cayıverdi. Yaşlandık biz bu işler için… (drifting in and out…)

[Yazının başlığında sorulan soruya gelince… çok, çok zordur, Allah çekene kolaylık versin.]

————-
Bir başka film arası hamiş : 20 dakika kala akla gelen iki film: Gegen die Wand (Duvara Karşı) & -seyretmediğim- İtiraf, şu kısmıyla (hele de):

Yakın arkadaşı kendisini akşam yemeğine davet eder. Karısı yemekten sonra Nilgün’ün başına gelen bir dizi felaketten Harun’u haberdar eder. (Nilgün’ün aşık olduğu adamın ailesi tarafından tehdit edilmesi, tartaklanması, adamın kızının intihar etmesi ve bu yüzden Nilgün’ü suçlaması, ilişkilerinin bitmesi, kadının işini kaybetmesi, gecekonduda yaşamak zorunda kalması vs.)
[altyazı, #8 Haziran 2002, Filiz Cemsu’nun eleştirisinden]

hele de Nilgün rolünde duru su gibi manalı Başak Köklükaya’yı oynatmak!…

diyelim bir adaya düştüm… yanıma alacağım üç yasa

Bronz: Sayre’ın yasası
"Bir anlaşmazlıkta hissedilen duyguların şiddeti, ortadaki şeyin değeriyle ters orantılıdır"
(Sayre bunu akademik husumetler için söylemiş ama tabii ki kabını fersah fersah aşmış bir yasa olmuş)

Gümüş: Celine’in yasaları
1. Ulusal Güvenlik’in başlıca varlık sebebi Ulusal Güvenlik’tir.
2. İsabetli (doğru) iletişim ancak ceza ihtimali olmayan durumlarda mümkündür.
3. Dürüst bir politikacı ulusal bir tehdittir.

Altın: Oligarşinin tunç yasası [wiki](Robert Michels / "Siyasi Partiler" kitabı bu arada çevirmek istediğim kitapların en başında gelir)
Sıkıcı (sadık) versiyonu: "Bizzat örgütlenme, seçilenlerin seçenler, mandacıların manda edilenler, ve temsilcilerin temsil ettikleri üzerindeki tahakkumuna yol verir. Örgütlenmeden bahsedenler, oligarşiden bahsederler."
Özetle: Siz ne kadar iyi, saf, temiz bir sistem bulursanız bulun, uygulayanlar çoğaldıkça çıkarı için gelenler çoğalacak ve illaki sisteminiz karaya oturacaktır.

Murphy’ninkiler nerede diyecek olanlara, onu da adaya düşüşümde arayın. 8P