Grant Morrison‘ı pek sevmem, Garth Ennis‘in de "Preacher"ını vaktiyle okuyup sevmiştim (ilki İskoç, diğeri İrlandalı bu arada). Ben aslına bakarsanız, öyle iyinin iyi, kötünün de kötü olduğu hiçbir şeyi sevmem. Sandman gibi, Hellblazer gibi şeyleri severim. Alan Moore’a saygı duyar, Frank Miller’ı son birkaç aydır sevmem (mesela).
Neyse. Listeleri hazırlamakla meşgulken, artık nereden depreştiysem, çizgi roman piyasasına bir göz atayım dedim, Garth Ennis’in The Boys‘unu buldum (hatta ilk olarak Butcher, Baker, Candlestick Maker yan serisini). Konu ilginç geldi, başladım, 6. fasikülde bıraktım. Açtım gene Hellblazer’ları, 4-5 sene evvel kaldığım yerden devam etmeye başladım (Garth Ennis demirbaşlardan olsa da, asıl adam Jamie Delano – bir de çizerleri Sandman’inkilerle kesişir, güzel olur benzer tat, duygular, dünya babında). John Constantine: sevmemek mümkün değil, sevmek başa bela.
Hemen bunu da yetiştireyim istedim. Listeler bitsin, uzun uzun yazışırız elbet.