Yaşlılık (ve fotoğraflar)

Thou hast nor youth nor age
But as it were an after dinner sleep
Dreaming on both
Shakespeare

“Ben gençken” (cue Orson Wells – you, you don’t know what it is to be old, but I hede höt… Yahu, hep söylemişimdir, bir Borges’in “Ah bir genç olsam” mealindeki böygh şiiri bir de bu Wells’in bu şiir/şarkısı, aslında içten içe sevdiğim, saydığım bu amcalara karşı bir acıma ve böygh duygusu uyandırır içimde. Kaldı ki, yine bilir/tahmin ederim, en çok onlar bu ucubiklerle anılageldikleri için vurmuşlardır nato kafalarını nato mermerlere, neyse, geçelim şimdi bunları (bütün bu kadar lafı “ben gençken” diye başladım deyu viyk viyk ötme bahanesiyle yazdığımı bildirmeyi bir borç bilirim)), ne inkar edeyim, yaşlılara karşı (people of the ancient kind), pek de övünülecek hisler beslemez idim, hatta arkadaşlar bilirler, birtakım rekreasyonel projelerim bile yok değildi.

Şimdi 34 yaşımdayım, çok şükür dağ gibiyim, taş gibiyim, yaşlı filan da değilim ama tabii fikirlerde değişme yaşanıyor illaki. Yaşlılar hakkındaki pek çok gözlemim geçerliliklerini sapasağlam korusa da, belki de aynı yolun yolcusu olduğumuz sonunda kafama dank ettiğindendir, onlara vaktiyle çocuklara ayırmış olduğum sevecenlikle (sevecenlik#2 by calvin klein) yaklaşıyorum, ha bu arada çocuklara olan genel seveceğenliğimden de pek bir eser kalmadı, öte derecede elitistim, öyle her gelen çocuğa sevgiyle yaklaşmıyorum, uzakta oynayan çocuklar gördüğümde dünyanın aslında ne kadar iyi bir yer olduğunu da düşünüyor değilim (Fazıl Hüsnü Dağlarca dediydi zamanında).

Zaten bu girişin konusu çocuklar değil; ben de değilim: yaşlılar.

Bizim muhitin (Getxo) bilmem kaç senedir (gerçekten bilmediğimden öyle dedim, ama yeni bir şey olmalı, biz geldiğimizde vardı gerçi ama yeni gibi yine de) geleneksel olarak düzenlediği fotoğraf günleri etkinliği var: GetxoPhoto. Öyle tek bir mekanda da olmuyor, amiyane tabirle, sokağa taşan bir etkinlik. Mesela bizim iskelelerden birine bir deniz oğlanı fotoğrafı koymuşlardı, gelgit vesilesiyle ilginç oluyor, hala da orada durur (madem fotoğraf günlerinden bahsedeceğiz, bol fotoğraf alıntılamak lazım gelecek).


Bu seneki etkinliğin konusu yaşlılık idi. Geçen seneki neydi, bilemedim, sitesine bakayım… “Leisure” imiş, Türkçe’ye çeviremedim (Handeeeee!), eğlence desem değil de, insanın boş vaktinde yaptığı şeyler, yani isteyerek, severek, kimsenin zorlamasına gerek kalmadan yaptığı şeyler, hobi desem hobi değil, bobi desem bobi beni ısırır. Bu arada 5 senelik bir geçmişi varmış sevgili GetxoPhoto’muzun. Bu da geçen seneden, Getxo’dan evvel enternette de görmüş idik netekim:

Bu senenin konusu (demiş miydim?) yaşlılık idi (tam olarak alıntılarsak “Yaşlılara Övgü” (“In Praise of the Elderly”). Lafı fazla uzatmadan hemen bu senenin en beğendiğim fotoğrafını göstereyim: Marc Roses – Having Fun in Paloma #1

Her şey bu kadar toz pembe değildi tabii, bu da diğer çok beğendiğim çalışma olan Walter Schels’in “Life Before Death” serisinden:


Diğer fotoğrafçılardan 



ve özellikle 

ile


İşte bunlar bizim buralarda görüp sevdiklerimizdendi sevgili mektup arkadaşlarım. Siz de sizin gördüklerinizden, gezdiklerinizden bahsetseniz ne güzel olur a!

Yaşlılıkla ilgili o kadar da bayılmadığım (zaten GetxoPhoto ile de bir alakası yok bu arada, fotoğrafla da ona bakarsanız) şu var geçen gün rastladığım: Andreas Englund. Bir de, hazır buraya kadar geldiniz, yaşlılık ile alakası olmayıp da, fotoğraf ile -ucundan- alakası olan şu güzelliğe bakmadan geçmeyin lütfen: Paul Newman & Joanne Woodward fotoğrafları.

Sonuçta, yaşlılık, istatistiki açıdan, ayrılığa en yakın dönem, ama yine de: yaşlılar ölmesinler (şeker de verebilsinler).

“Yaşlılık (ve fotoğraflar)” için 9 yorum

  1. leja — Efenim, asiriyorum yapmissiniz sanki. Leisure bos zaman demek. Bir de “man of leisure” lafi vardir, “aylak”, “rahat” bir adam anlamina gelir. (bkz. Wodehouse ve onun gibi yazarlarin bazi karakterleri veya Darcy mesela veya Downton Abbey’deki ne idugu belirsiz Lord ve surekasi – yazcam bu diziyle ilgili bir seyler de I’ve got the sniffles, biraz daha fazlasi hatta, iki gundur yatiyorum ve hatta sesim kisilacak galiba.) Bir de “at leisure” var ki “rahat rahat” diye cevirirdim sahsen.

  2. keyif seysi — “man of leisure”a bir karsilik daha buldum ama ayip, ne yazabilirim, ne de bir toplantida soyleyebilirim. 😛

  3. Fotoğraf, — Venedik bianel’inin hastasıyım, ama sanatçıların adını yazdığım notlarım şimdi Türkiye’de
    Akşam gidip bir zoom’lardan falan bakayım bulabilecek miyim…

  4. ken sent me.ahh ah lsl! biz onun gencligini de biliriz (bkz. Sekil A) (4. oyunun kayip edilmis olmasi ancak ona uygun bir felakettir — bir de, 2. oyunda miydi (herhalde oyleydi), iste body calisirsin, kas yaparsin, biz de bir gece gurer bey’le oyunu en bastan oynamaya basladik, o kisma geldik, dambil indir, kaldir, indir kaldir, larry bir turlu kas yapamiyor, internette arastirip bakinca gorduk ki, gerekli dambil kaldirma sayisi megerse islemcinin hizina oranlanmis bir degiskenmis – o yuzden oyunu 10 sene sonra tekrar oynayinca Moore’un yasasi yakana yapisiyor — oyunun yazari ki adini hatirlayamadim, dur bakayim, Al Lowe ya, tabii ki, iste Al Lowe kendi sitesine o noktada alinmis save koymustu da, oradan devam edebilmistik.. Benim takintim Police Quest II idi bu arada Sierra’lardan.

  5. LSL 4’ü ben Amiga’yı atladım — Ekonomi falan filan, hiç bir zaman Amigam olamadı. Dolayısı ile Police quest değil de benim ilk göz ağrım ve takıntım Maniac mansion ve Day of the Tentacle’dır

    Sanıyorum küçükken salıncaktan kafa üstü düşüp hastanelik olsam LSL + MM’e harcadığım saatlerden ve günlerden daha az farkedilir olurdu…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir