Geçtiğimiz hafta iş+tatil vesilesiyle ailecek Bordeux’dadaydık, Fransa güzel bir yer gerçekten bütün önyargılara karşın/rağmen. Bu gidişimizde Croque Monsieur yemedim ama kruvasanların bolca tadına baktım. Bengü’yle Ankara’daki ilk buluşmamızdaydı sanırım, beni Arjantin Caddesi’ndeki “Paul”e götürmüştü de, kahverengi şekerle temsil edilen tikilik yüzünden bol bol mır mır etmiştim. Paul’den de güzel tatlılar yedik. Bir de, Fransa’nın nüfusunun %97si müslüman olduğundan ötürü, gönlümüzce sucuk da bulduk, Türk (a la Yunan) usulü zeytin de – kahvaltı alışverişimizi Fransa’dan yaptık yani şeker (cheri). Bordeaux’ya has tatlı olan canelé (Bordelais) yemekten de eksik kalmadık ama eksik de kalabilirmişiz, o kadar açmadı bizi. Bunlara ek olarak domates ve özellikle salatalığın da çok başarılı olduğunu söylemeliyim. Bölümdeki arkadaşlara hediye olarak tabii ki (illa ki) makaron (köpük / beze) aldım çeşitli esanslarda.
Asıl sürpriz cumartesi günkü yaptığımız kordon gezisi sırasında oldu (Hande, Hande, River Bank eşit midir kordon yoksa o sadece İzmir’e mi ait bir şey?) – yorulup, bir kafeye girdik, çay istedik, çayın yanına bisküvi olarak da Lotus marka spekulaslar gelmesin mi! Spekulas, Hollanda’ya özgü, tarçınlı/karamelli bisküviler, Sinterklaas‘ın olmazsa olmazlarından – şimdi gerek benim, gerekse Nergis Hanım’ın bloglarını şöyle bir taradım, iç referans bulayım diye, bulamadım, çok da uğraşmadım. Hollanda’da spekulas, bisküvi formunda oluyor, bir de stroopwafel‘lerin tadı öyle oluyor şerbetten ötürü ama ezmesini ilk defa Barış bize geçen yılbaşında Belçika’dan kavanozla getirdiğinde görüp, çok da sevmiş, (kelime anlamıyla) koklaya koklaya yemiş bitirmiştim. Barış’ın getirdiği ezmenin markası da Lotus idi. İşte biz o nehir kenarındaki kafede çayımızı yudumlarken, birden içimde bir ümit ışığı yandı, markette gerçekten de bu spekulas ezmesini bulunca biraz abarttım ama sonuçta uçakla değil, trenle dönüyorduk, istiap haddi diye bir şey yok idi (Bilbao – Bordeaux arası 350km).
Kordon — Sadece Izmir’e ozel saniyordum vefekat degilmis. TDK sozlugu “Kıyı şeridi” diyor, “Kordon boyu” icin de “Denize kıyısı olan şehirlerde kıyı boyunca uzanan imarlı yol” diyor. Vefekat riverbank kordon olmuyor anladigim kadariyla, deniz olmasi lazim galiba.
ekmek arasI — bir de ekmek arasI spekulas kavramI var Hollanda’da (bkz. Brian’nIn aralIk ayI kahvaltI sofrasI). Ekmek alInIr, azIcIk yag surulur -ya da surulmez-, kocaman spekulas parcalara ayrIlIr, ekmek arasIna konur. Sevdiceginiz size kahkalarla gulerken, etrafa dokmemeye calI$arak yenilir (ve tabii ki de ba$arIsIzlIkla). Sevdiceginize “Bi sus!” denilir, krizlerdeki sevdiceginiz duramaz ve de susamaz. TabagInIzI alIp yan odaya gecmek lazIm gelir.
Speculaas, spéculoos, bol sesli harf bol lezzet. — Aman diyim, püskevit isyanına dönüşmeden
buradan göndereyim size bol bol spéculoos (speculaas’dan çok daha lezzetli), dondurması bile var hatta.
Ezme değil o bu arada, hamur, yani teorik olarak fırına atılabilitesi var.
Burada öğrendiğim tehlikeli ezmelerden biri de vanilyalı kestane püresi.
O da gelecek sefere…
Gordion — Bir sey daha ogrenmis oldum! Yani kordon’u Izmir’e ozel olmaktan cikardik ama bu sefer de denize takildik anlasilan.. 8P) Olsun, isbu mesajimla fetvam odur ki, bundan boyle “kordon” denizlere de tatbik edilebile!
Ben de, tabagi bos gondermemek amaciyla, Ispanyolca’daki “río” ile “ría” arasindaki nuansi bildireyim: ikisi de nehir anlamina gelmekle birlikte, Río, denize (ya da bir baska yere) ulasan tatli su nehirlerine, ría ise denizden kaynaklanan tuzlu su nehirlerine (akarsularina) verilen ad imis, espanyolca kursomuzda ogrenmis idik. (google translate yanlis biliyor ya da ben halic’in manasini bilmiyorum – ikinci secenek daha ihtimal dahilinde bu arada)
ekmek arasi — Canim kardesim Ece, yorumunu siz sevdiceklerimizi gozumuzde canlandira canlandira, sen sakrak okuduk, cok cok ozledik yinegene. Hollandalilara dair ogrendigimiz bir sey de, ekmegin arasina sadece bir malzeme koyuslariydi (genelleme yaparken abartmak pek tabii). Efsanelerinde ekmek arasi peynir + salam koydugu icin genc yasta ucup giden onlarca flaman var.
Ben ortaokulda iken, ekmek arasi pattes tava kavramini icat etmistim (kendi capimda). Sonra bir gun “rok garaji” programinda Barbaros Devecioglu nasil da Ingiltere’de ekmek arasi pattes tava yediginden bahsedince, aklin yolunun bir oldugunu bir kere daha anlamis idim. Sonrasinda ODTU Fizik kantininde bu uygulamanin temel gida maddesi kapsaminda degerlendirildigini gorunce de (nokta, bulamadim bir sey) Benzer minvalde bir de servise hazir mayonez+ketcap-karistirilmisi-var siseleri anilabilir.
Hazir cenem acilmisken (uzun suredir kapaliydi, birikmis onyuzbin email var), gevuldspekulas dumurumu Ispanya’da asisimdan (Turkce karakterlere geceyim, bir saniye) aşışımdan da bahsedeyim: size de onlarca kez anlattığım üzere, “zamanı gelince” fırına giderim, “hefüldspeklas” isterim, tezgahtar bana bön bön bakar, “hefüldspeklas” diye tekrarlarım, olmaz, “gefüldspekulas”, “hefüldespekulaas” vs.. varyantları denerim, yine olmaz, her daim cebimde taşıdığım, üzerinde “gevulde speculaas” yazan kağıt parçasını çıkarınca, tezgahtar yüzünde bir aydınlanmayla “haaa, hefüldspeklas” der, ben de dumur olurum ve hikayeyi her anlattığımda yaptığım serzeniş olan “yahu bir fırındayım, ve ne kadar kötü söylüyor olursam olayım neticede adı çıkardığım seslere benzeyen kaç çeşit şey var da, bir türlü anlayamadın a kardeş!” seslenişini yaparım. Bunca yıldır Hollandalıların anlayışını suçlarken, İspanya’da, dildeki mevcut seslerin azlığından kaynaklı olarak benzer bir olguyu, çizginin diğer tarafından yaşayınca (misal amca “Ase” diyor, ben “Ece” diye düzeltiyorum, o da bana “e ben de öyle, Ase dedim ya” diyor — şimdi aklıma daha net bir örnek gelmediğinden, Ece örneğini abartıp aktardım bu arada), sorunun onlarda değil, bende olduğunu kavradım. Ek olarak, burada Macar bir arkadaşımız var ve Macar alfabesindeki harf sayısı son sayımda 350 civarında idi (ki bunların %90 kadarı sessiz; zati bu oran %98’e ulaşınca -ve sonrasında- lokasyona bağlı olarak Slovakça’ya ya da Fince’ye veya İzlandaca’ya ulaşılmış oluyor (%99.99999 saflık nirvanaya ulaşıldığının göstergesi). Diyordum ki, Macarca – işte o vesileyle Macarca sözlüğe göz atıyorduk ki, başında harflerin listesi var (sözlüğün %70’ini kaplamakta, takdir edersin ki canım kardeşim benim). İşte o harfleri gösteriyoruz, o da okunuşunu söylüyor, “u”, “u”, “u”, … o “u” diyor, biz tekrar ediyoruz “u” diyoruz, “yok,” diyor, “u”. (bu muhabbetleri kendisiyle İspanyolca yapışımız da ayriyeten kayıtlara geçmeli). Yani “ne oldum” dememeli, “ne oldum” demeli… bu da böyle bir hikayeydi, öpüyoruz çok (3’erden 6 beher kişi).
hamurrrrabi — OBM bey, yemek/içecek konusundaki efsanevi ince zevkinizi bilmeyenler varsa, hatırlatalım efendim. Yılbaşı çıkarmanız sayesinde zaten yeşil çay züppesi olduk, spekulas hamuru ile tanıştık, zararlı alışkanlıksınız, daha sık geliniz, bitti stoklar, posta başvurularını kabul etmiyoruz (bu arada konu ile ilgili olarak bkz. bugünkü kopartan xkcd).
Vanilyalı kestane püresini artık hangi Belçika şehri yapıyorsa, söyleyiniz onlara, bari onlar da Bursa’ya katılsınlar, böylece hem vatandaşlık/vize derdiniz de kalmaz hemşehri (h’omme cheri) kapsamında..
Ek olarak, Bordeaux’da (da) olmayan bir şey: Starbucks. Bordeaux’da da olan bir şey: Subway. Bilbao’daki Subway o kadar küçük ve ihmal edilmiş ki, görsen aile lokantası zannedersin dışarıdan, ama olsun, varlığı yeter, seni seviyoz subway.
ayrıca lil’sis — Yazmayı nasıl da unutmuşum anlamadım ama beni gevulde spekulaas’a başlatan /’la tamıştıran kişi olarak da +10000sonsuz puan bonusun var. (bu noktada sururi’nin kafasında bonus peruğu çıkar).
(Sonradan edit: niye benim kafamda çıksın, senin kafanda çıkar.)
Kurabiye savaşları — Aa, İtalya’da öğrendiklerimi unutmaya başlayınca öyle bir liste yapmaya heves etmiştim, doğru. Neyse, olan oldu artık.
Hikayesi de var o yediğiniz kavonozun, es geçmeyelim.
Alman versiyonundan niye kimse bahsetmez, tadı daha mı kötü bunlara göre? Veya lufthansa vaktinde uçaklarda dağıtmadığı içindir belki.
Bir de… — Siz hiç Türk olmayan birine Malcıoğlu dedirtmeyi denediniz mi?
Bir de bu Fransızların huyuymuş, pek isim kullanmıyorlar.
star baksin — yer barcelona, lokasyon starbucks. aylardan sonra starbucks bulmusum, hemmen bi chai tea latte ismarlamisim oradaki baristaya (barrista mi yaziliyor yoksa neyse), bana adimi sordu, “emre” dedim, bir daha sordu, bir daha dedim, 3.ye sorunca “juan” dedim, o da anladi, ben de anladigini anladim, beraberce, karsilikli gulduk.
Luizalberto — :)))
Iskoncya’dan donerken tren istasyonuna gitmek icin taksi cagirirken adimi sormuslardi da Hannah dediydim.
koklaya koklaya — Malum, tam bir hafta sonra sevimsiz bir nedenle sevimsiz bir sehre gidecegim. Demin biraz eselenirken (aslinda metro biletlerine bakarken bu da nereden cikti anlamadim ama) Speculoos’u gordum. Senin bu girisin aklima geldi. Kesin alicam ben de. 🙂
oh la la! — Afiyet olsun efendim, B. sehri hakkinda: bir arkadasim bizi Hollanda’da iken ziyarete gelmisti. Laf nereden acildiysa artik, bir sekilde bu B. sehrinden bahsediyorduk ki, “tren orada mola verdiginde istasyonda tuvaletini kullandim, berbat bir yer, orasi da oyledir kesin, ben notumu verdim” dediydi. Ben de icimden “ne kadar da pesin hukumlu davraniyor, hic bir sehir oyle tren istasyonuna, tuvaletine bakarak yargilanabilir mi!” diye acikcasi biraz paylamistim arkadasimi (icimden). Sonra bizzat gittik gorduk. Daha sonra da gidip arkadasimdan vaktiyle hakkinda dusunduklerim icin ozur diledim. Benim de boyle bir anim vardi iste.
Baskca ogren bu arada Welshce (ya da artik Japoncasi neyse) yerine. Boylelikle gorusebilme ihtimallerimiz artar (tabii ki de!) Agur, geriarte!
(Bu arada, bu dunyada en sevdigim iki abur cubur olan (gevulde spekulaas ve turron (Alicante isi olani)’u da sayarsak 4 oluyor aslinda ama o ikisi simdi soyleyecegim seye pek uymadigindan bahsetmiyorum) (…) en sevdigim iki abur cubur olan Nigde Gazoz’u ile Spekulaas’a (ezmesine) Ece Hanim da ortak ciktigindan zor anlar yasanmiyor degil (bu kaynak kitliginda)… Aaaa, bak ne diyecegim, hazir B.’ye gitmisken, bir zahmet 3 kavanoz da al bize getir(ir misin lutfen?). Seni de gormus oluruz 😉 Biz de bir aksilik olmaz ise, hayirlisiyla bu yilbasi Liege’de olacagiz, 23x3kg spekulaas ezmesi ile donmeyi planliyorum (kabin bagajlarina da koyardim ama belki krema diye sorun cikartirlar).
Başlıksız — B’yi guzel havali bahar vaktinde bile sevmemistim, simdi Kasim sonu coook cok severim herhalde. 😉 Nisan miydi, Mayis miydi gecen gittigimde. Delft’e hangi ayda gelmistim? Iste o zaman…
Istasyonda tuvalete girmedim diye hatirliyorum ama su gurur duyduklari Grand Place (mi ne?) hic de oyle ahim sahim bir yer degil. Bir kere dort tarafi binalarla fena halde cevrili, klostrofobik bir yer. Ikincisi, sehrin simgesi iseyen cocuk! (Belki bu gittigimde degisik kiyafet giydirmislerdir.) Waterstones var ama fena halde kazik, insan utanir ayni kitaplari kanalin otesinde o fiyata satmaya. Yine de gidecegim tabii, Sterling Books’a da. Kitap almaya degil de incik cincik bir seyler begenirsem diye. Leonidas’a gitcem. Midye yemiycem, patatese abanicam. 🙂 Riske girmemek icin Persembe aksami Yesilay’ci olacagim ama sinavdan ciktiktan sonra Cuma oglen yemeginde bira icerim, belki Persembe oglen de… Bilmiyorum. Cuma aksam yemegi THY ucaginda “Makarna mi tavuk mu?” olacak muhtemelen. 🙂
Bu arada, ders calismam lazim ya… Calismamak icin kendime is cikartip duruyorum. Iki gunde bayagi bir eski kagit, dergi, vs. gonderdim, pek mutluyum. 🙂 Sinavdan donunce de bir suru Italyanca dergiyi hedeyi hodoyu postalayacagim. Italyanca’dan fena cakacagim, Ingilizce sansa kalmis.
Ha, bu arada, bu sinavi son sinavdan bu kadar kisa sure sonra acmalarinin nedeni Marie Haps’tan Turkce ile mezun olmus meslektaslarmis. Onlarin yuzunden ben de yandim. 🙁
ders ters bize.. — Bir kez daha, sinavda basarilar. Bakarsin iyi gecer, sen de erkenden kurtulmus olursun bir bas agrisindan… Miranda July’in calisirken dikkati dagitan unsurlardan kurtulmak uzere bir cozumu var bu arada ama bu uber-miranda_july’lik eylemin korka korka bekledigim “The Future”dan cikarilmis bir kisim olusu, acikcasi daha bir korkmama yol acti (bu filmin benim icin bile asiri oldugu konusundaki inancim gunden gunden percinlenmekte – mirr mirr konusan kedi yetmiyordu sanki! Neyse, izleyecegiz tabii).
Bir de: ilgili videoya link ararken gordum, AV Club’in ilgili film hakkindaki tartismasinin basligi: “Miranda July’s The Future: Genius or Unbelievably Annoying?” imis. Oyyy oyyy!
Başlıksız — Ay, insallah, hayirlisi ile kurtulsam… Dualarinizi beklerim. Cuma 9:00 CET. 🙂
Miranda July seysini de yarin izleyecegim efem. Hmmm, veya Persembe aksami, sinav arifesinde mi izlesem? 🙂