spoil olmasın diye adını vermeyeceğim, konusunu bozacağım (“distort etmek”) bir dizide, kahramınımız bir kaza sonucu kendisini bir anda 1979 senesinde bulur. Acaba aklını mı kaçırmıştır (hayır), zamanda yolculuk mu yapmıştır (hayır) yoksa komadadır da bu gördükleri bir nevi rüya mıdır (evet). Ama parantez içlerini okuma yetisine sahip olmadığından bir türlü emin olamaz, “atayım kendimi çatılardan, leap of faith, uyanayım komadan” dese de ara sıra, yemez, yiyemez.
spoil olmasın diye adını vermeyeceğim, konusunu bozacağım bir kitapta, kahramanımız Kafkaesk bir kasabada mahsur kalmıştır, bir türlü çıkışı bulamaz, kaçma planları yapar da yapar. Geçmişini pek hatırlamaz, bir de etrafta bir sürü sembolik olduğundan şüphelendiği şeylerle karşılaşır durur (ne zordur insanın anlayamadığı, çözemediği bir dolu sembolle sarılı olması). Kitabın sonlarına doğru o kasabadan kurtulmak için çırpınan kişinin de aslında asıl kişinin benliğinin bir sembolü olduğunu öğreniriz.
Üçüncü olarak da Otostopçunun Galaksi Rehberi’nde kendi beyninde bir kısma erişimi kesen Zaphod var. Böyle bir engellemeyi niye yaptığını bilmez (çünkü ilgili kısmı hafızasından kasıtlı olarak silmiştir) “ama böyle yaptığıma göre mutlaka iyi bir sebebim olmalı” der, kendine güvenir.
Günceli yakalamak maksadıyla IBM’in ülkemizde “Riziko” adıyla uyarlanan “Jeopardy” yarışmasında Watson adlı bilgisayarla katıldığı yarışmada birinci olduğunu bildireyim. ( 1. Satranç da neymiş? 2. Arkadaşım, getirtme beni oraya, gelirsem çünkü yediririm sana o Go taşlarını da, kartonunu da 3. Kabalaşmanın alemi yok, öpüşelim, barışalım, bak ben de yiyorum hem, fena değilmiş tadı, bonibon niyetine (aka karate biliyormuş alçak)).
Geçen hafta aklıma şimdiye kadar gelmiş olan en güzel bilim-kurgu hikaye konusu geldi. Gerçekten çok basit, 4-5 cümlede açıklanabilen bir fikirdi. Oturdum biraz yazmaya başladım, bir sürü detay gerekti, sıkıldım, fikrin tadını sürmekteyim, bir ara bir daha deneyeceğim.
Seyfettin başta olmak üzere bu dünyadaki en seçkin zevk sahibi 11 kişiye ve paylaşımda bulundukları -olası- şanslı insanlara hamiş: $izoSuru #2 – Kanserojen şarkılar’ı hazırlamaya başladım, haftaya (pzt/salı) hazır olur diye tahmin ediyorum.
:))) — Valla dinledim. 🙂 Ama bir sey yazmadim, di mi, su mali kosusturma arasinda? Peki madem: Daha az ‘Aaaaa’ de, gerisi pek guzel. (Ne yapayim, ses/soz filan takintili bir insanim ben, meslek hastaligi. Bugun kahvecide masa degistirdim cunku yan tarafta oturan cocuk surekli firk firk burnunu cekiyordu. Kilim ben. Ama cocuga bir sey demedim, pis pis de bakmadim, o kadar da kil degilim.) Co-pilot’tan da katki bekliyorum ayricana. 🙂
Sherlock, Cts gecesi cnbc-e’de basliyor.
beta (lepistes) — dün bir deneme kaydı yaptım (aslında deneme değil, bizzat beta kayıttı ama o kadar çok güldüm, dalga geçtim ki, “konsepte” (bkz. Kansorejen Şarkılar) uygun olmadığı için sıfırdan yapmaya karar verdim), o “Aaaaa”ları, “ııııı”ları tek tek özenle sildim kayıttan gayet başarılı bir şekilde (işin ilginç kısmı, konuşurken ııılamıyorum, Ece’ye masal uydururken ıııılamıyorum, uyurken ıııılamıyorum). (Bir de leveller, normalizer ve noise reduction kardeşlerle oynadım, yüzüme gözüme bulaştırdım çok fena (gerek bireysel, gerekse de toplu halde)).
Co-pilot’tan ben de umutluyum aslında. Kayahan ve İpek olmak en büyük hayalimiz (ehi ehi ya da İspanyolca söylersek ja ja ja! — bahsi geçen semi-dinamik duo Bengü Hanımefendi’nin ennnnnnnnnn dayanamadığı şeylerden biri (diğeri de Ankara’nın Belediye Başkanı (he who shall not be named)).
Ne bileyim, bilemedim işte, dinlemedin gibime gelmişti (ama mesela Barış dinlemedi, ondan eminim).
Geçen gün facebook şeysinde gördüm cnbc-e’deki Sherlock’u duyurduğunu da, hazır Watson da demişken ortaya karışık yanar döner göndereyim dedim (didim).
Bibi lala bibili lalala!
multitasking — Kayitlari nasil yaptigini bilmiyorum ama multitasking yapiyorsan bir sekilde o yuzden iiiliyorsundur (2 senelik tecrube konusuyor. Yok, 2.5 🙂 ) Zamanla duzeliyor. Yorgunluktan da olabilu.
Bak ben normalizer gerektirdigini farketmedim mesela, cunku lepitopinin hoparlorunden dinledim. Kulaklik olsaydi belki farkederdim.
Agggggggg, Kayahan ve Ipek dedin, beni kalbimden vurdun. Sen sunarsin mesela, Bengu de arkadan “Nanam nanam” der. 😛
Ilk aksam ilk yarisini dinledim, sonraki gun bitirdim ama facebook seysinde hezeyanlarimi gormussundur, son 1 haftadir filan serbest meslek erbabi olabilmek icin oraya buraya kosuyom, muhasebeciyle kuytu koselerde bulusuyorum :)) Son 3 gunu de eve kapali ve thus, siniri bozuk bir sekilde gecirdim. Bugun butun gun basagrisindan kivrandim. Saat dort bucukta kendimi disari bir atisim vardi! Buradan tum sevenlerime “Taxman” sarkisini gonderiyorum ve huzurlarinizdan ayriliyorum. Hollanda’dan bu saatte niye ayakta oldugumu soruyorlar. :))
Kim? Ben? — Evet! Dinlemedim, itiraf ediyorum! Ama mazeretim var: Şu anda süper karmaşık romantik meselelerim gereği (yalan) (karmaşık olduğu yani) (aslında, bana karmaşık geliyor, sana gelmez mesela) (büyük ihtimalle diyelim, belki sana bile karmaşık gelebilir) Trieste’ye son anda gitmem gerekti (Ryanair abonmanlık satsın!) Bir acayip depresif/kızgın/kendini yoketme modundayım, ilintili olarak, ki bu modun çok acayip sonuçları oluyor, 2 metrelik bir adamın birkaç dakika önce ayağında olan ayakkabısını arkadaşıma atmadan önce benden nazikçe geri istemesi gibi mesela (ki bu da sana acayip gelmeyebilir, olayın nedenini tahmin etmişindir herhalde).
Ama kaydı cep telefonuma indirdim! Keyfim düzene girince veya keyfimin düzene girmeyeceği belli olursa mutlaka dinlenecek merak etme…
Hmm, kanserojen şarkı derken, Pulp, common people modu mu? Yoksa The Smiths, still ill modu mu?
tasking, emre s. multitascing — kolay gelsin, Hollanda’dan sonra ben de (Mr. Rocky Bilbao) sorayim, o saatte niye ayaktasin? Muhasebeci ile muhallebicide o saatte mi bulusulur, taxman aklima scatman’i getirdi, o da kekelermis mesela cocukken.
kolay gelsin demistim ya, kolay gelsin hakikaten. zorrrr isler bu kagit isleri.
Ayrica soyle oldu: sen yazdin, ben guldum, bengu guldu “haha haha” diye, kayahan olsa hic guler mi? (“I’m afraid of the Kayahannns” NIN + David Bowie)
evet sen, gozluklu sana diyorum! — aslansin kaplansin, super karmasik romantik meselelerin buralarda (aka tum yurtta ve temsilciliklerde) heyecan ve sevincle karsilandi, kutlandi. 2 metre boyunda olan adamin casuality’de kiriklik yaratmis olmasi gozumden kacmadi (ayakkabiyi arkadasina atmadan senden nazikce geri istemesi — ha anladim galiba, ayakkabiyi once sana atiyor, degil mi. tahmin edeyim, havaalaninda geciyor olay (kendimi IBM Watson gibi hissettim… Havaalani: Olasilik 80%; cami 1%; xxx 5%).
Tahminlerin icin kafadan 1003 (10 uzerinden) veriyorum, bravo! Iki tane hayli isabetli tahmin yapmissin (aslinda program listesinde yoklar ama -en azindan beta kaydinda- Smiths’in olmayisini onlara ozel program yapmak lazim gerektiginden dem vurarak aciklamaktayken (ki Daniel Lanois’in Jolie Louise’inden Smiths muhabbetine yelken acmis idim), Nick Cave’in ve Portishead’in yoklugunu da benzer sebebe bagliyor amma velakin Nick Cave’in muthis coverladigi Pulp’in hastasi oldugum hastalik otesi sarkisi “Disco 2000” sarkisinin tez zamanda -bir baska- programda yer alacaginin mujdesini veriyordum.
sen onu bunu birak da e-mail’de detaylandir bizi Macit, ¡¡¡por favor!!! Gecenin korunde yorum yazdiginiz icin (sen ve Hande) ayrica tesekkur ederim(g).
Ay cok heyecanli!
waiting for $izoSuru 2 — adını vermeyeceğim ama sanırım o dizinin -eğer o dizi o diziyse- üç bölümünü izledim diğer bölümleri indirdim fakat fırsat bulamadım.
özendirmek gibi olmasın ama bugün okul çıkışında birkaç saat nargile dumanı çektik, dumanı oralara doğru üflemeye çalıştım ama pek başarılı olduğum söylenemez.
kanserojen şarkıları sabırsızlıkla beklerken, 😉 sağlıklı bir ömür diliyorum (herkese).
waiting for miracle/the sun/the man — cohen/doors/velvet underground
Merhaba Seyfettin, ismi lazım olmayan dizide ilk üç bölümden sonra durabilirsin bir ihtimal ama ilk sezondan sonra (yani üç bölüm daha izledikten sonra) büyük ihtimalle bitirmeden duramayacaksın.
Nargile haberine çok sevindim, çok mutlu oldum. Benim için de iç, afiyet olsun, güzel şey nitekim. Neli nargile içtin acep? (“Neli” diye bir şey var mı ki? “Ne’li” mi yazmalıydım yoksa ama o daha da fena duruyor)
Kanserojen şarkılar sanal raflarda yerini aldı, iyi dinlemeler, yorumlarını bekliyorum mutlaka.
el malı — o zaman, birkaç bölüm daha izleyeyim arayı soğutmadan yoksa bir kenarda duracak uzunca bir süre ve sonra pişman olacağım izlemediğime, gibi.
cumaları nargile günü olarak belirledik, sigarayı bırakınca nargile iyi gelmeye başladı. haftanın son günü, bütün yorgunluğu alıyor diyeceğim ama sen daha iyisini bilirsin çünkü şunun şurasında nargileyle olan samimiyetim üç ayı geçmez.
elmalı içmiştim ama senin yerine içmemi istediğin özel bir çeşit varsa bu cuma içebilirim. :p gerçekten hoş oluyor, bir yandan tavla, bir yandan sohbet, dumanlar, kahve filan derken, güzel güzel geçip gitmiş oluyor zaman.(zaman’ı üzen, mutsuz eden bir çocuk hikayesi geldi aklıma ama birazdan gider.)
diğer yorumda gördüm free-pass’i, güzel bir şeye benziyor, teşekkür ederim, kanserojenler için de öyle.