thank you for using me…

Sevdiğım bir repliktir, Wes Anderson’ın Darjeeling Limited’inden.

Burada saat 17.26 ve geldiğimden beri (2 Aralık yaklaşık olarak) üstünde uğraştığım hesap kitap alet edavat totoro lapseki yoyosunu tamamladım (ya da en azından ben öyle sanıyorum). Çok merak edenler için yazayım bari: Olası bir süpergrup — grup dönüşümünü Wyckoff pozisyon bölünmeleri çerçevesinde ele alıp, gerekli kriteryayı (as in leb-i derya) (proleterya da olabilir netekim, neden olmasın) gerçekleyip gerçeklemediğini kontrol eden ve bunun etrafında dönen dolaplar. Oldu mu, anladın mı sen, sana diyorum gözlüklü.

Neyse, işte günlerhaftalaraylardan sonra bir 40 dakikalık nefes aralığım oldu böylece de, sizlere (ey okuyucu) bir selam edeyim dedim (siz buradasınız, ben neredeyim?). Şairin de dediği gibi: Öptüm bay (as in tren – Zeki Müren diyalektiği).

Neyse, Sururi over and out (Dr. Skull Wory Zover). Oh ne de güzel Ramones dinlemekteyim bunları yazarkene bir yandan da…

fak.

Salinger olmus. Issiz acun hakikaten simdi kaldu.

IT WAS twilight when I drove back to Stiefelstrasse. I parked the jeep and entered my old house. It had been turned into living quarters for field-grade officers. A red-haired staff sergeant was sitting at an Army desk on the first landing, cleaning his fingernails. He looked up, and, as I didn’t outrank him, gave me that long Army look that holds no interest or curiosity at all. Ordinarily I would have returned it.

“What’s the chances of my going up to the second floor just for a minute?” I asked. “I used to live here before the war.”

“This here’s officers’ quarters, Mac,” he said.

“I know. I’ll only be a minute.”

“Can’t do it. Sorry.” He went on scraping the insides of his fingernails with the big blade of his pocketknife.

“I’ll only be a minute,” I said again.

He put down his knife, patiently. “Look, Mac. I don’t wanna sound like a bum. But I ain’t lettin’ nobody go upstairs unless they belong there. I don’t give a damn if it’s Eisenhower himself. I got my—” He was interrupted by the sudden ringing of the telephone on his desk. He picked up the phone, keeping an eye on me, and said, “Yessir, Colonel, sir. This is him on the phone…. Yessir…. Yessir…. I got Corporal Santini puttin’ ‘em on the ice right now, right this minute. They’ll be good and cold…. Well, I figured we’d put the orchestra right out on the balcony, like. Account of there’s only three of ‘em…. Yessir…. Well, I spoke to Major Foltz, and he said the ladies could put their coats and stuff in his room…. Yessir. Right, sir. Ya wanna hurry up, now. Ya don’t wanna miss any of that moonlight…. Ha,ha,ha!…Yessir. G’bye, sir.” The staff sergeant hung up, looking stimulated.

“Look,” I said, distracting him, “I’ll only be a minute.”

He looked at me. “What’s the big deal, anyhow, up there?”

“No big deal.” I took a deep breath. “I just want to go up to the second floor and take a look at the balcony. I used to know a girl who lived in the balcony apartment.”

“Yeah? Where’s she at now?”

“She’s dead.”

“Yeah? How come?”

“She and her family were burned to death in an incinerator, I’m told.”

“Yeah? What was she, a Jew or something?”

“Yes. Can I go up a minute?”

Very visibly, the sergeant’s interest in the affair waned. He picked up a pencil and moved it from the left side of the desk to the right. “Cripes, Mac. I don’t know. It’ll be my skin if you’re caught.”

“I’ll just be a minute.”

“Okay. Make it snappy.”

I climbed the stairs quickly and entered my old sitting room. It had three single bunks in it, made up Army style. Nothing in the room had been there in 1936. Officers’ blouses were suspended on hangers everywhere. I walked to the window, opened it, and looked down for a moment at the balcony where Leah had once stood. Then I went downstairs and thanked the staff sergeant. He asked me, as I was going out the door, what the devil you were supposed to do with champagne—lay it on its side or stand it up. I said I didn’t know, and left the building.

J.D.S., A Girl I Knew‘un kapanisi.

Apdeyt, ab$eyp ve $uayip

Evet Sigñora, hala Turkce karakterler yok ama buna da sukur.

Bu aralar en az sahip oldugum sey vakit. Buraya geleli iki ay olmus kalender(mesrep) hesabiyla, nasil gecti, hicbir fikrim yok. Guzel ve dahi monoton oldugundandir kelli. Hala yerlesme asamasindayiz, hala acilmamis kutular var, havalar da biraz bozdu, yagmur filan, pek cikasimiz olmuyor bu aralar.

Ispanya (ya da belki de sadece Bilbao ya da Bask ulkesidir) hakkinda genel bilgiler: kiz/erkek orani 5. Muthis bir sey: daha once Datca’da, Palamutbuku’nde gozlemleme sansim olmustu boyle bir olguyu, burada icinde yasiyorum. Ozgur dusunceli, “agabey/toplum” baskisi bilmeyen, mutlu, hur dimagli kizlar (“di me!”), nese icinde nese saciyorlar. Isin ilginc yani, erkekler de bulunmaz hint kumasi muamelesi  gormuyorlar yine de.

Ingilizce diye bir sey yok. Hollanda’da iki yilda ogrendigim Hollandaca’nin (Flamanca okuyun cok rahatsiz oluyorsaniz) 15 katini ben burada Ispanyolca olarak ogrendim 15 gunde. Mecburen mecburen mecburiyetten.

Yaslilar (abuelas y abuelos). Ayni bizdeki gibi. Genelde bir karis surat, her seye karis, her seye ahkam.¡
Otbus: Hollanda’dan sonra iste bu fena patladi. Turkiye’deki gibi degil, mesafeler kisa, mesela evden 15 dakikada okula, 30 dakikada sehir merkezine gidiyorum (metroyla bu ikincisi) ama otobusler saatte bir oluyor genelde, boyle olunca hal, her isi otobus saatine endekslemek gerekiyor, fazla ve gereksiz stres. Hollanda bisiklet cup okul!

Vakit – vakit yetmiyor. Yazamiyorum. e-mail luks gidaya girdi mesela, blog fantezi.

Isim: Isim guzel (i$im bu arada, adim degil). Gonlume gore bir is cok sukur, sabahtan aksama sunucuyu kurcaliyorum, kafama gore bilimsel (sayntifik terrifik) programlar yaziyorum ama yetismiyor isler bir turlu. Gecen pazar evden sunucuyu ucurdum bir de (sunucu dediysem, oyle lokal bir sey degil, koskoca Bilbao Crystallographic Server yahu!), ertesi gun ancak agir yardimla ayaga kaldirabildik (iste veriyorlar root sifresini benim gibi adama, ondan sonra server niye uctu).

Listeler : Her gun yilin listelerinin nerede kaldiklarini soran onlarca mektup, telefon ve lolipop aliyorum (bir de niyet kurabiyesinden cikanlar var), yakindir efendim, insallah, vakit vakit.

Neslihan ve Brian: Neslihan ve Brian… ahh ah!

Gideyim ben, artik ne zaman gelirim, bilinmez, bilinmez (sen ve ben, ayni seyleri dusunurken. ayni seylere uzulup, ayni seylere sevinirken. Sen ve ben, anlasamadik gitti, sonunda bitti).