Yılın Listesi: Diziler

Bir yıl ne kadar uzun zamanmış! (Hele de bu yıllık liste işini Mayıs ortasında yaptığım düşünülürse)

Ne çok değişti böyle geldi gitti. My Name is Earl’ü bitirdiler (hele de tam da o kadar mütevazi bir dizi olmasına rağmen  sezonu “devamı gelecek” ibaresiyle kapatmalarından sonra). Pushing Daisies’i bitirdiler (hem de artık zevk alıyordum – Dee, bu arada The Brothers Bloom’da var biraz PD tadı, nicedir söyleyeceğim, unutuyorum, buradan yazayım aklıma gelmişken). Family Guy’ın uzunca aradan sonra tekrar başladığı ilk bölümünde Peter karısına söyler: işte “bizim dizi başlayacakmış, şu şu şu diziler sona erdikten sonra” sonra da 10 dakika okur o dizilerin listesini.

Bu sene 30 Rock’la çok güldük, çoook güldük, hala da biraz gülüyoruz – artık o ilk 2/3 sezonun her daim komiği olmasalar da yine de komik olunca katıyorlar insanı. Parks and Recreations da favorilerimizden. House düzeldi, Lost’u biriktiriyoruz, beğendik son (yani teknik açıdan sondan bir önceki) sezonunu. How I met your mother’ı izlemeyi bıraktık.

Ya, niye kasıyorum ki bu liste 2009’a ait olacak diye, olsa iyi olurmuş ama Mayıs’tayız güzel kardeşim! Yine de, bu yılın dizisini 2010’a girmeden bir gün önce bitirdim. Sevgili Neslihan ile Brian’ın önce tavsiyesi, sonra da ısrarıyla : Life on Mars (orijinal İngiliz olanı). 2 sezon, işte İngiliz dizisi, 12 bölüm toplamda, darmadağın ediyor, off be(y)! dedirtiyor bittiğinde de böyle içli oluyorsunuz.

Bu sene FlashForward’a başladık Lost’u biriktirirkene, o da sardı bizi. Yani Joseph Fiennes’den sırf Doğuş’a benziyor diye köşe bucak kaçardım, artık izleyebiliyorum. Geçen bölümlerden birinde (hani) Coupling’in Steve’inin evine gitti bir şey sormaya, karısı Olivia da oradaymış meğer, böyle eridi bitti öldü kapı eşiğinde, inanın acıdım, içim cız edi ediveğdi… Ege bamyası.

Bir de iki hafta önce yepyeni bir dizi keşfettik, off offff! Modern Family. Marriage with Kids’in Al Bundy’si Ed O’Neil’i de var, efsane dizi Arrested Development tadı da, daha ne istesin deli gönül. (Biz bir de guilty pleasure’ımız Psych’ın tatile girmesiyle çıkan boşluğu Castle’la dolduruyoruz, Nathan Fillion fazla kassa da çoğu zaman seviyoruz oni). Karadeniz hamsisi.

Asıl Scrubs bitti ya! Dile kolay! Bizi gençlikten işte şimdi her ne isek ona taşıyan şeylerden biri bitti. Devamını da beğendik, iyi kaynattılar öncülüne ama onu da bitirdiler (namıssızlar).

Neyse, ne diyorduk, yılın dizisi Life on Mars. O olmasa idi 30 Rock bankoydu.

İlgiye değer özel Kenan Kalav ödülü de Dr. Horrible’s Sing Along Blog’una gidiyor (when I hand you the keys to Australia).

Buraya resim ister deli gönül.

Life on Mars

(Bengü, According to Jim de bitmiş)

Lie to Me ile In Treatment’ı atlamışız, fark edince, sonradan müdahale şart oldu.

Lie to Me, belki de konsepti çok güdük olduğundan ötürü (aka el kol hareketlerinizden şıp diye çözerim beng senig), senaristlerinin iyice kasıp, hakikaten çok heyecanlı ve mükafatlandırıcı (anladın sen) gelişmeler sundukları bir dizi, hanımla hastası olduk.

In Treatment da, saygı duyduğumuz fakat pek yaklaşamadığımız (bkz saygı ve dahi uzak durmak) bir dizi oldu. Öyle işte, elbet bir gün.

Gurbette, Star Trek, Voyager’ı izledim epey. Sevdim de bazı bazı (çok). Samantha Who’dan Turock’u, Leverage’dan Jery Ryan’ı, hele de A-Takımı’ndan Dwight Schultz’u görünce çocuklar gibi şenlendim (şenlenmişliğim vardır)ç

Bir de geçenlerde şu siteyi keşfettim, hatta benim aklımda vardı nicedir böyle bir şey kasıp kodmak, sonra dedim ki, benim aklıma geldiyse, başkasının aklına haydi haydi gelmiştir… Güzel kardeşim, gidiyorsun siteye, işaretliyorsun takip ettiğin dizileri, yeni bölümleri çıktıkça RSS feed’den haberin oluyor, bir de takip ediyorsun en son hangi dizinin hangi bölümünde kalmıştın, vesaire ve daha pek çok detayyyy (zagor tenay). http://www.myepisodes.com/

Ben, sen ve tanıdığımız herkes.

Blog tutmak garip bir iş (Bir cümle tuhafsa dikkat! / pek tuhaftır insanın tırnak çıkardığı / Sonra da boyadığı, ne demeli sonra da kestiği – EC, Yangın). T. daha evvelden değinmişti bu konuya, ben de sayıklamıştım bir şeyler (linklerle döşemeli – bir saniye benim zaman tarafımda, pardon).

-Kararlıca- Takip ettiğim bloglar blog yazmaya başlamalarından önce de tanıdığım insanlara dair büyük bir çoğunlukla. İstisna olarak bir Dan Tobin, bir de Su vardı ama onlar da günlerhaftalaraylaryıllardır yazmıyorlar, canları sağolsun.

Gene bir klasik olarak konudan uzaklaştık. B., mesela, bir çok blogu takip ediyor, takdir ediyor, ben de ona sürekli deyip duruyorum ki “bir yorum yazsan da bu insanlar senin gibi bir insanın da onları takip ettiğinden haberdar olsalar” çünkü kendi bloguna bir yorum geldiğinde gerçekten çok sevindiğini biliyorum (artık bir klasik haline gelmiş “Converse” ile “Kırlara Doğru” güruhunu saymıyorum bile! 8)

Sözün özü: insan (as in “ben”) okunmak için yazmıyor olsa da bu blogu, -özellikle de tanımadığı kimseler tarafından- okunduğunu fark edince mahcup oluyor (niyeyse).

Bildiğiniz / bilmediğiniz üzere geçen (evvelsi) gün, bir yorum aldım, onayladım tabii ama ne kadar istesem de oturup bir cevap yazamadım, ne diyeceğimi bilemedim (ben de oturdum bu girişi yazmaya koyuldum sonunda). Mesela sevgili Seyfettin ile bu blog vasıtasıyla tanıştık, haberleşiyoruz ama sohbetimiz belli bir giriş üzerinde oluyor / oradan yola çıkılıyor vesaire (act casual).

Daha evvel de yazdım birkaç kere, her gün yaşıyorum, oradan biliyorum, bir “ne olur, ne çıkar” (Zeki Müren mode on – “akşam vakti gel gizlice, kim görecek, kim bilecek” – ZM mode off) durumum var. Konuşmalı mı, tanışmalı mı, söylemeli mi? Koşullar uygunsa, belki. Gavurların tabiriyle bir awkwardness mutlaka eşlik edecek. Ama iyi bir şey tabii ki. Mesela ben mahcup oldum ama onun yanında çok da mutlu oldum, mutlu olmak değil de, sevindim demek daha doğru olacak. Yani teşekkür ederim, çok teşekkür ederim Ayşe Hanım, bir adım öteye geçip ses verdiğiniz için, güzel şeyler söylediğiniz için, çok hoşuma gitti ama işte karşılığında pek yazacak bir şey bulamıyorum, ne desem olmuyor. Benzetmeniz de çok inceydi, işte ne diyeyim, akşam vakti sevindirdiniz beni.

Şimdi kıssadan hisse çıkarıp, bir “eyy sevgili okur, okuduğun blogcuya ses et, sevindir” diye bir kapanışta bulunabilirim ama yapmayacağım tabii ki de. Kendi yapamadığım şeyi nasıl öğütleyeyim.

Lafı uzatıp duruyorum. Öyle işte. Söz konusu yorumla ilgili birkaç şey daha söyleyeyim, sonra da gideyim. Yok, rahat olamıyor insan (bir kez daha “ben” anlamında), ben doğrudan gideyim.
garip, çok garip.

durumun benim açımdan -az/çok-şekli:

Once, hola hola.

Yılın Listesi: Müzik

Geçen yıla Le Tıgre gelip damgasını vurmuştu. Bu yıla da Selma’nın tavsiyesiyle Ting Tings ile sıkı bir giriş yaptık. Dakika bir gol bir derken, sevgili Georgina’dan da bir sürü güzel grup öğrendim, feyz aldım. Bana doğum günü hediyem olarak gönderdiği liste ahanda şekil A’dadır:

            INDIE            Anthony and the Johnsons            Hope there is someone
            INDIE            Band of Horses            the funeral
            INDIE            Band of Horses            Is there a ghost
            INDIE            Band of Horses            No one is gonna love you (like I do)
            INDIE            Bat for Lashes            Horse and I
            INDIE            Beirut            Cherbourg
            INDIE            Blitzen Trapper            Furr
            INDIE            Camera Obscura            French Navy
            INDIE            Cat Power            Maybe Not
            INDIE            Cat Power            Crossbone style
            INDIE            Cat Power            The Greatest
            INDIE            Cat Power            He War
            INDIE            Death Cab for Cutie            I will follow you into the dark
            INDIE            Death Cab for Cutie            I will posses your heart
            INDIE            Doves            Kingdom of Rust
            INDIE            Elbow            forget myself
            INDIE            Frou Frou            Let Go
            INDIE            Great Lake Swimmers            I am part of a large family
            INDIE            Great Lake Swimmers            Your rocky spine
            INDIE            Iron and wine            boy with a coin
            INDIE            Jeny Lewis            Acid Tongue
            INDIE            Joze Gonzalez            Heartbeats (originally by The Knife)
            INDIE            Joze Gonzalez            Crosses
            INDIE            Regina Spektor            Fidelity
            INDIE            Regina Spektor            Samson
            INDIE            Rogue Wave            Chicago x12
            INDIE            Rogue Wave            Lake Michigan
            INDIE            Sun Kil Moon            Ocean Breathes Salty (originally by Modest Mouse)
            INDIE            The Postal Service            DC Sleeps Tonight
            INDIE            The Postal Service            Such Great Heights (Iron and Wine have done a nice cover of this song)
            INDIE            The Shins            New Slang
            INDIE            The Shins            Phantom Limb
            INDIE            Tori Amos            These precious things
            INDIE            Tori Amos            Caught a lite sneeze
            ALTERNATIVE            Arcade Fire            Neighbourhood #3
            ALTERNATIVE            Arcade Fire            Rebellion
            ALTERNATIVE            Architecture in Helsinki            Heart it Races
            ALTERNATIVE            Cage the Elephant            Tiny Little Robots
            ALTERNATIVE            Cage the Elephant            Ain't no rest for the wicked
            ALTERNATIVE            Clap your hands and say yeah!            In this home on ice
            ALTERNATIVE            Clap your hands and say yeah!            the skin of my yellow country teeth
            ALTERNATIVE            Clap your hands and say yeah!            is this love
            ALTERNATIVE            Cold War Kids            Something is not right with me
            ALTERNATIVE            Cold War Kids            Hang me up to dry
            ALTERNATIVE            Dresdon Dolls            Coin Operated boy
            ALTERNATIVE            Dresdon Dolls            Sing
            ALTERNATIVE            Editors            Racing Rats
            ALTERNATIVE            Editors            French Disko (originally by Stereolab)
            ALTERNATIVE            Editors            Bullets
            ALTERNATIVE            Gossip            Standing in the way of Control
            ALTERNATIVE            Gossip            Your mangled heart
            ALTERNATIVE            Great Northern            Houses
            ALTERNATIVE            Interpol            Obsticle No 1
            ALTERNATIVE            Interpol            Specialist
            ALTERNATIVE            Klaxons            Isle of Her
            ALTERNATIVE            Lady Dottie and the Diamonds            I ain't mad at ya
            ALTERNATIVE            Ladytron            Destroy Everything you touch
            ALTERNATIVE            Le Tigre            Deceptathon
            ALTERNATIVE            Le Tigre            TKO
            ALTERNATIVE            Mew            Special
            ALTERNATIVE            Modest Mouse            Float On
            ALTERNATIVE            Modest Mouse            Ocean Breathes Salty
            ALTERNATIVE            Puressence            I suppose
            ALTERNATIVE            Puressence            India
            ALTERNATIVE            Rilo Kiley            Silver Linning
            ALTERNATIVE            Ryan Adams and the Cardigens            Magick
            ALTERNATIVE            Shiny Toy Guns            Richochet
            ALTERNATIVE            Shiny Toy Guns            Le Disco
            ALTERNATIVE            Silversun Pickups            Well thought out twinkles
            ALTERNATIVE            Silversun Pickups            Kissing Families
            ALTERNATIVE            Silversun Pickups            Panic Switch
            ALTERNATIVE            Sky Parade            High on Desire
            ALTERNATIVE            Sleater-Kinney            All hands on the bad one
            ALTERNATIVE            Sleater-Kinney            Entertain
            ALTERNATIVE            Sounds            No one Sleeps
            ALTERNATIVE            Spoon            Way we get by
            ALTERNATIVE            Tegan and Sara            Speak Slow
            ALTERNATIVE            Tegan and Sara            You wouldn't like me
            ALTERNATIVE            The Delays            Nearer than Heaven
            ALTERNATIVE            The Delays            Valentine
            ALTERNATIVE            The Duke Spirit            The Step and the Walk
            ALTERNATIVE            The GO! Team            Doing it right
            ALTERNATIVE            The Mars Volta            Since we've been wrong
            ALTERNATIVE            The Mars Volta            The Widow
            ALTERNATIVE            The New Pornographers            Myriad Harbour
            ALTERNATIVE            The New Pornographers            Mutiny, I promise you
            ALTERNATIVE            The New Pornographers            Sing Me Spanish Techno
            ALTERNATIVE            The New Pornographers            Use it
            ALTERNATIVE            The Rapture            Get myself into it
            ALTERNATIVE            The Rapture            Olio
            ALTERNATIVE            TV on the Radio            Dancing Choose
            ALTERNATIVE            TV on the Radio            New Health Rock
            ALTERNATIVE            TV on the Radio            Wolf Like Me
            ALTERNATIVE            We are Scientists            After Hours
            ALTERNATIVE            We are Scientists            Nobody Move
            ALTERNATIVE            We are Scientists            The Great Escape
            AAM            Disturbed            Down with the Sickness
            AAM            Disturbed            Prayer
            AAM            Disturbed            Remember
            AAM            Drowning Pool            37 Stiches
            AAM            Drowning Pool            Tear Away
            AAM            Korn            Get the Life
            AAM            Korn            Freak on a Leash (ft Amy Lee)
            AAM            Mudvayne            Death Blooms
            AAM            Mudvayne            World So Cold
            AAM            Mushroomhead            Sun doesn’t rise
            AAM            Scars on Broadway            They Say
            AAM            Static-X            Destroyer
            AAM            System of a Down            Chop Suey
            AAM            System of a Down            Lonely Day
            Amer Rock            12 stones            lie to me
            Amer Rock            Breaking Benjamin            Breath
            Amer Rock            Breaking Benjamin            Until the end
            Amer Rock            Dave Mathews Band            Crash into me
            Amer Rock            Dave Mathews Band            When the world ends (Paul Oakfield Remix)
            Amer Rock            Evans Blue            Beg
            Amer Rock            Evans Blue            Shine your Cadillac
            Amer Rock            Evans Blue            Cold
            Amer Rock            Fuel            Falls on Me
            Amer Rock            Rise Against            Re-education
            Amer Rock            Shinedown            What a Shame
            Amer Rock            Shinedown            Save Me
            Amer Rock            Slipknot            Snuff
            Amer Rock            Staind            Epiphany
            Amer Rock            Staind            It's been a while
            Amer Rock            Staind            Outside
            Hard Rock            Godsmack            Awake
            Hard Rock            Godsmack            Running Blind
            Hard Rock            Nightwish            Ghost love score
            Hard Rock            Rage Against the Machine            Sleep now in the fire
            Hard Rock            Rage Against the Machine            Killing in the Name Of…
            Hard Rock            Rishloo            Pandora
            Hard Rock            Tool            Schism
            Hard Rock            Tool            Parabol
            Hard Rock            Tool            Everything from Tool is fantastic….
            Other Bands (Honourable Mentions):
            TOOL            
A Perfect Circle
Bjork
Nick Cave and the Bad Seeds
NIN
Pearl Jam
PJ Harvey
Radiohead
REM
Portishead
Massive Attack
90's Brit pop
90's Grunge
80's pop (yeah!)
Crowded House
etc….

“Honorable Mentions”daki arkadaşlarla haşır neşiriz zati yıllardır, o kadar da anjinsan değiliz yani fekat, ana liste beni bayağı bir süre memnun oldum, yeni yeni arkadaşlar edindim. Oradan dinledim ilk defa Camera Obscura’yı, vuruldum da vuruldum. Misal daha dün baştan seyretmeye başladığımız Scrubs’ın 113’ünün sonunda meğer The Shins – New Slang çalıyormuş, nereden bilirdim, bir kez gör dediler, görmez olaydım, nereden bilirdim. (yoğun istek üzerine devamını da yazayım: sevda bir kelepçe, vuruldu ellerime boş yere ağlamışım, nereden bilirdim…) Bakın bakın, the new pornographers da var tabii ben küçüğüm o zamanlar onu da bilmeyorum.

Ve sonra bir gün DANNNNNN dabanca geldi kafama: Neko Case nokta.
Duralım burada, birinciliği çoooooooook açık arayla Neko Case aldı göynümü.

Daha fazla yazmadan bitirsem nasıl olur – pek iyi olmasa da şüphesiz, başka türlü bu mesajı göreceğiniz yok: garibim kaç gündür böyle statik sayfalarda bekliyor ki statik sayfalar da ne dediğinizi duyar gibiyim (ki yalan).

Bir de iki-üç senedir süregiden 80ler ateşim hala sönmedi, aynı hararette devam ediyor, alın mesela size bir ingiliz, iki de avusturalyalı (Georgina’ya ithafen):
Nik Kershaw – The Riddle
Midnight Oil – Beds are burning
DAAS – Throw Your Arms Around Me (Tabii ki bir başka Avustralyalı grubun, Hunters & Collectors’ın şarkısının cover’ı. Eğer biraz vaktiniz varsa, bir bakınız Allasen şu Doug Anthony All Stars kimmiş, nasıl yani ney?!?miş… yaa… ben de bu sene öğrendim neymişler, öğrenmenin yaşı yok)
veeee yılın musiki anektodu:
Gürerlerde oturuyoruz (biz bir gün İstanbul’daykene), Eki de orada, oturuyoruz, hoş-beş müzikalite filan falan. Burada bir mola verip, sevgili eşimle uçlarda uyuşmayan müzik zevkimizden bahsetmeliyim: ben mesela NINchneylz severim, o ona müzik değil gürültü der, ben X-legged Sally severim, o onlara “sirk müziği” der, ben eğer çalmaya başlarsam başka odaya gider (ama garip bir şekilde Ramones & Blondie sever mesela, ikinciye bayılır hatta). Dönelim sadete: Bengü Neko Case’i de sever, Le Tigre’i de işte o gün oturuyoruz Damlanur und Gürer-sanlarda, konu benim lölö müzik zevkime geldi. Önce Eki yakındı, o tavsiyelediği Neko Case midir nedir ne tukaka (kaka’nın İspanyolcası da kaka bu arada) bir şeydir o deyu, sonra da Gürer ona katıldı, yaa, değil mi efendim, hele o LeTiger ne berrrrrrbatttt bir şeydi, işte bu da Nergis Hanım’ın kulaklarına küpe, bana anekdot oldu (benden dinleyince daha iyi oluyor, böyle yazınca olmadı 8P ).

Bu sene Bat for Lashes’ı da dinledim sık sık, ilk albümü olan “Fur and Gold”u – “Horse and I“ı ilgilenenlere tavsiye ederim tadımlık olarak. Sonrasında kızcağız iyice çiziyor benim için fazla bir ekzantrik bir kişilik oluyor ama ilk albüm iyi dediğim gibi (güven bana, ben ne yaptığımı biliyorum / Sledge Hammer oyyy oyyyy).

Dinlemeye iki-üç hafta önce başladıysam da, ne gam ne keder, bir de Florence and the Machine var, Lungs albümü, beni çarpışı açısından Neko Case vakasıyla kıyaslanabilir. Ve tahmin edebileceğiniz üzere (çok da umrunuzdaydı sanki ama yine de) bu da Georgina’nın vesilesiyle öğrendiğim bir şahanelik oldu.

Bu kadar soft gittikten sonra bu köşeyi canı gönülden okuduklarını bildiğim sadık trash tayfama da bir güzellik yapayım: Warbringer – Waking into nightmares. 2000li yıllarda da trash yapılabileceğinin en güzel ispatı. Tavsiye lol lol.

Kendimce efsanevi 80ler listemi de bir ara buralara bir yere koyayım, sevaba gireyim.. hatta bir dakika… buyrunuz. (yeri gelmişken, sevgili Dee, seni de, yanındaki patronu da çok seviyorum ben ya(w), iyi ki varsınız – işte arayıp sormasam da, bla bla, dünya bir yana siz bir yana). Evek, ben de biliyorum 90lar da var, 70ler de, Allah bilir 2000ler bile vardır (yok artık daha neler) ha ben yaptım oldu, müdür burada, ona konuş ve dahi istatistikçilere sor söylesin işte böyle splatter falan filan, estandard deviasyon (ispanyolca’da ‘sı’ diye bir ses olmadığı için, ancak başına ‘e’ ekleyerek söyleyebiliyorlar: “estrella (star)”, “esponje bob (sponge bob)”, “espiderrrman (spiderman)”, “escarlet johansson (oha ama gerçek)”).

blog bit artık ya da “arakçı ayıp sana!” (oh meyyynnn…).

3 kipat

Bugün -nihayet- amazon(.de)’dan ısmarladığım 3 kipatım ulaştı.

* Kolay olandan başlayalım: Alastair Reynolds – House of Suns
Ian M. Banks – Matter hezimetinden sonra, şöyle oylumlu bir SF kipat arıyordum ki, kadim dost, ihmal edilen sevdicek AV Club sayesinde sıcağı sıcağına House of Suns’dan, bu vesileyle de Alastair Reynolds’dan haberim oldu. Bu arkadaş da Banks gibi büyük ölçekli SF yazabilme yeteneğine sahipmiş (deyyolar, göreceğiz). Nicedir aklımdaydı edinmek okumak, kısmet bugün(ler)eymiş. Belki aklıma Steinbeck’in Winter of Our Discontent’inin çağrıştırdığı Shakespeare’in Richard III’ünden gelmiştir (Now is the winter of our discontent / Made glorious summer by this son of York; / And all the clouds that low’r’d upon our house / In the deep bosom of the ocean buried. — nasıl nasıl nasıl hastasıyımdır bu müthiş girişin – şuralarda bir yerlerde evvelden bahsetmişliğimin olması lazım), yani bunları yazarken ne kadar da böylesine gibicesine entellektüelim, onu göstermeye çalışıyorum bir yandan da. Neyse, şimdi beri yanda indiredurduğum Party Down’un ilk bölümü tamamlandı, onu seyredeceğim/planlıyorum saat de olmuş 12.30 oh oh, artık yarın devam ederim edebilirsem, beni bekleyin böyle habersizce (enter Zeki Müren, akşam vakti gel gizlice, kim görecek kim bilecek exit)

ertesi gün oldu bu arada, şimdi güzel bir perşembenin akşamı. Party Down kötü kötü kötü çıktı dün akşamdan.
House of Suns’a bugün başladım. Güzele benziyor ama Culture’ın Culture olduğu haline kıyasla pek basit kalıyor. İlle de humanoid mesela, Star Trek misali, arada anı kurtarmak adına blö blö uzaylılar görünüyor ama işte aması o. Okutuyor lakin kendini köfte.

* Gelelim ikinci kipata: Mark Haddon – The Curious Incident of the Dog in the Night-Time
Whitbread ödüllerini kurcalarken haberim olmuştu (vardır böyle huylarım, arada kurcalarım ödül listelerini, Booker falan filan öyle de pis bir insanım). Geçen Mayıs’ta (Haziran? Temmuz? Ağustos? Eylül?) sevgili Annelies’lerin Voorthuizen’deki evlerinde müthiş bir haftasonu geçirdiğimizde de karşıma çıkmıştı, işte istedim geldi, ilginç çok ilginç bir kitaba benziyor, resimli, formüllü filan. Kitaba bir göz attıktan sonra ilk yaptığım Asperger Sendromu’yla ilgili Wiki sayfasının bir çıktısını alıp araya sıkıştırmak oldu.

* Üçünç ya da William Faulkner – Collected Stories
İşte üniversitede, entel olayım, kızlar entel sever ayağına kipat okurken (başka ne diye okunur ki kipat dediğin hem?)ö Sartre, Kafka vesaire vesaire şimdi adlarını burada yazıp meşhur etmeyeyim daraloğlanları, yolumuz elbette ki Faulkner Efendi’ye de düşmüştü. Bora’dan almıştım kipatı, böyle kahverengi/bej o eskilerin meşhur cep kipatları serisiydi (Altın Yayınevi diye hatırlamıştım, enternetten kontrol ettim, Ataç Kitabevi imiş, Ülkü Tamer çevirisiydi, onu hatırlıyordum da oradan buluverdim zaten hemencecik, 1965, Kırmızı Yapraklar). Kitaptan pek bir şey hatırlamasam da o insanın içine işleyen, tepesine binen ağırlığı hala hatırlıyorum, o kuruluk, hani böyle susamışsınızdır, su bulur içersiniz ama o kadar kurudur ki içtiğiniz su, hiç susuzluğunuz geçmez, dahası ağzınızda toz tadı kalır (dolaptan alıp da kafaya diktiğiniz şişedeki sıvı martinidir çünkü), böyle yok yere içiniz sıkılır. Öyle işte. Geçen gün John Steinbeck’in ‘Winter of our discontent”ini okuduk ya, adam olduk, boyumuz uzadı, “gelsin Faulkner Efendi, o zaman küçüktüm, şimdi yapamaz artık bana bir şey, yerim onu ben” deyu deyu ısmarladık, dün akşam sağolsun, daha ilk hikayede (Barn Burning) çaktı ağzıma iki tane, akşam vakti bütün neşemi de, isteğimi de ezdi geçti. Demek ki neymiş, bu adamlarla şaka olmazmış. Sabah okula giderken, sırf bu herife inat olsun diye Murakami’nin “The Elephant Vanishes” hikaye seçkisini almıştım, orada da vardır “Barn Building” adında hikaye ama hikaye tabii Murakamininki, bir daha okudum, hiç öbürünün o pek bir “kekremsi” tadını (artık ne demekse, saldım çayıra mevlam kayıra) hiç gideremedi. Aklınca iki aparkat çakacaktı sonunda ama Faulkner’den (biz kendisine Faruk demeyi tercih ediyoruz) çıkıp gelmişiz biz, Matrix’in sonunda Neo’nun tek eliyle telefonu tutup konuşurken, diğer elinin serçe parmağıyla oyaladığı ajan muamelesi yaptık neticede kendisine (ki kitaptaki ender güzel hikayelerden biridir o da bu arada. Yahut ender demeyelim de, finty finty belirleyelim oranı buranı elleme çocuğum, ayıp).

Bu blog da burada bitti. Buna da şükür, yazan var, yazamayan var. Öptüm bay.
Sizi öpen Pasaklı Sally (ile Zeki Müren).

Faruk Amca
Faruk Amca

Yılın Listesi: Kitaplar

soğuk havalarda sıcak dostunuz...1995 miydi, yoksa 1996 mıydı, 96’ydı herhalde, işte o yıla tuvalette ve kucağımda Serway’in Physics’i ile girmiştim, bilenler bilir (kitabı). Yani kırk yılın başı vakit bulmuşum da bilgisayarımın, blogumun başına geçmişim, hem de 3.5 ay evvel yazmam gereken bir girişe başlamışım da şimdi şu girişe bir bak(ınız)! Özür dilerim.

2009’a Stephen Fry’ın The Liar‘ıyla girmişim (Mehmet Aslantuğ’un oynadığı değil, o Reşat Nuri Güntekin’in (miydi?). Hatta orada bir de Ece Uslu vardı, ahh ah! Bu arada ben interneti sevmiyorum bazı zamanlarda.). Neyse, The Liar ilk kitap olmanın bütün erdemini ve kusurunu birlikte taşıyordu ama hiç de fena değildi. Aşırı gösteriş meraklısı olması ve hava atması, oyun yapacağım diye anlatıdan kopup gitmesi affedilir kusurlardı (ama Stephen Fry’ın hatrına, onu da söyleyin bilsin).

  • Şu günlerde Stephen Fry’ın The Liar’ını okumaktayım. Kitap bir anda canlandı (Dickens’ın Peter Flowerbuck mevzuu). Fena bir kitap değil yalnız şunu da itiraf etmek lazım: Stephen Fry’ın zekasıyla biraz zedelenmiş. Demek ki neymiş? Zeka gösterisi zorlama olunca (wave after wave) sıkıcı olabiliyor. 01/01/2009

Bu (o) sene okuduğum kitaplar arasında ilginç bir deneyimi pek sevgili Iris Murdoch‘ın favori kitaplarımdan olan The Sea, The Sea ile yaşadım. Hani derler ya işte “Bu kitap katman katman, her okuyuşta farklı bir şey bulacaksın”, hiç de öyle bir durum söz konusu olmadı ama işte eski bir dostla karşılaşmak, yakındaki bir kafeye gidip “seni en son gördüğümde intiharın eşiğindeydin, bir de şimdi bak, ne kadar toparlamışsın” diye hoşbeş etmek gibiydi. Nasıl sağ kaldığını anlayamayıp şaşırmak gibi bir şeydi. Hayatı hakkında genel bir gidişatı hatırlayıp da, yan öyküleri o söyledikçe anımsamak gibiydi, çok güzel bir şeydi..

  • Iris Murdoch’tan “The Sea, The Sea” (for the 2nd time) okumalarım yine devam ediyor, onu ilk okuduğumda nasıl sağ kalmışım, hem şaşıyor, hem de tebrik ediyorum kendimi (Jaws: The Revenge: This time it gets personal). 07/07/2009
  • The Sea, The Sea’yi 10 yıldan sonra, ikinci kez bitirdim. Yine çok etkileyici ama daha evvel buralarda bir yerlerde belirttiğim üzere, o seferki okuyuşumda nasıl sağ kaldığıma şaşmadım değil. 23/07/2009

Ağustosta tatil ve ziyaret için Türkiye’ye giderken yanıma aldığım 3 kitaptan ikisi Dürrenmatt’ın Ziyaret‘i ile, Thomas Mann’ın Venedikte Ölüm‘ü idi. Ziyaret’i sevgili Raymond önermişti ve Amazon’dan pek araştırma yapmadan ısmarlayıp da elime geçtiğinde tiyatro oyunu olması beni çok şaşırtmıştı. Gayet güzel, akıllı bir kitaptı.

  • Eser, çok iyi. “Her şey satın alınabilir” düsturunu, geçmişteki günahlar’ı vasıta ederek gözümüze gözümüze sokuyor. Benim gibi bir tiyatrosevmez’i bile etkileyen kesimlere sahipti. (…) Başladığı gibi bitti, zevkle okundu. Karakterlerin hiçbirinin saf ya da aptal olmadığı yapıtları seviyorum. 28/08/2009

Ve gelelim vurucu, öldürücü Venedik’te Ölüm’e. Gelmeyelim. Gelelim. Gelelim. Bendeki versiyon diğer altı hikaye ile birlikte bir derlemeydi. Daha siz ne olduğunu bile anlayamadan, Küçük Bay Friedemann ile tepenize çullanıyor, ve taa Tristan’a kadar (bu demek oluyor ki Soytarı, Kilise Yolu, Gladius Dei boyunca) size o diğerlerinin anlamayıp da sizin o üstün becerilerinizle kavradığınız şeylerin nasıl da değersiz olduğunu, bayağının hep kazanacağını, uzun vadeyi bırakın, kısa vadede bile böcekler arasında yet another bir böcek olduğunuzu kafanıza kakıyordu. Sonra sanırım o aralar Nobel’i alıyor Thomas Mann, ya da ekonomik olarak eli ekmek tutmaya başlıyor da bu sefer Tristan, Tonio Kröger ile Venedik’te Ölüm geliyor fatality olarak. İşte o zaman bildiğiniz her şeyin, öğrendiğiniz her metodun, edindiğiniz her ince zevkin aslında sizi diğer bütün her şeyin ve herkesin dışına attığını, çırpındıkça nasıl da daha battığınızı, acı çektiğinizin farkında olmanın ve dahası o acıyı analiz edebilme, kavrayabilme yeteneğinizin nasıl da acıyı pekiştirdiğini görüp, teslim bayrağını çekiyordunuz.

  • Hikayelere gelecek olursak: Dino Buzatti’nin Tatar Çölü adlı bir kitabı vardır. Kafkaesk bir kitap mıdır? Çok uzaktan bakınca belki ama bana kalırsa aralarındaki fark Hostel ile Elm Sokağı’ndaki Kabus’un aralarındaki farka benzer (niteliksel olarak değil tabii ki, niceliksel olarak). Kafka’da çözümsüzlük vardır, sebepsizlik vardır, bilmemenin ağırlığı vardır. Tatar Çölü ise Italo Calvino-vari bir güzellikte alır sizi, sıfırdan yetiştirir, bilmeniz gereken her şeyi anlatır, bir beklentiye sokar… (spoiler incoming)… sonrasında tek tek bütün hevesinizi, umudunuzu, yeşerttiğiniz her türlü şeyi kırar, tepetaklak, “çünkü ‘gerçek’ hayat da bazen böyle yapabilir, orada da böyle şeyler olabilir”den başka bir açıklama vermeden ve tam da bu yüzden hayli gerçekçi bir şekilde sizi -ve anlatısını- bitirir. Thomas Mann da işte hayatın bu anlamsızlığını anlatıyor. Hiçbir şeyin önemi olmadığını, o içten içe övündüğünüz kültürünüzün, entellektüalitenizin sadece sizi diğerlerinden nasıl da ayırmakta işe yarayıp, sizi iyice yalnızlığınıza ittiğini, ne yaparsanız yapın hiçbir zaman mutluluğa ulaşamayacağınızı, asla yetinemeyeceğinizi, o çok sevdiğiniz insanların sizin canınızı nasıl yakabildiklerini ve zaten sizin de onları sevme nedeninizin onların sizin canınızı yakabilecek insanlar olduğundan kaynaklandığını acımasızca anlatıyor. Sevdiğiniz insanın sizin sevdiğiniz şeyleri sevmesini bir yandan isteyip, bir yandan da tümüyle sizin istediğiniz gibi biri olunca şu anda sevdiğiniz kişi olmaktan uzaklaşacağının bilincini anlatıyor. Nasıl olup da, sizin o ince zevklerinize erişmemiş, yontulmamış, kaba ve kötücül insanların her zaman için en güzel şeylere sahip olduğunu, dahası siz kendinizin bu sayılan sıfatlardan ötürü üstün olmadığınızı, hatta daha müşkül bir durumda olduğunuzun ayırdına varsanız bile bunun evrenin umrunda olmadığını, hiçbir zaman o güzel şeylere sahip olamayacağınızı güzel güzel müjdeliyor. Sizin için çok özel bir önemi olan -mesela- şu taşı (hayatınızı ona borçluymuşsunuz diyelim) sevdiğiniz kişiye hediye ettiğinizde o taşın onun için eninde sonunda bir taş olarak kalacağını bilmeyi… Sanat bilincinin, sanattan en ince zevkleri almanın sizi sadece daha farklı yapması, başka da hiçbir işe yaramaması. Her şeyin boşluğu üzerineydi Thomas Mann’ın anlattığı. En sonunda, Soytarı’daki gibi bir kırılma yaşadığınızda da, bütün her şeyin ne kadar da boş olduğunu gördüğünüzde, kendi gözünüzdeki değerinizi sırf böylesi bir (üst?) noktaya erişebildiğiniz için yitirebildiğinizde, bunun nasıl diğer insanlara da hemen yansıyacağı da cabası. Sonuçta sadece diğer insanlar var ve Sartre’ın da -hayatımın şu noktasına gelmişken onayladığım tek lafı olan- “Cehennem diğer insanlardır” lafı hükümde. 28/08/2009

İşte sevgili Kâri, Thomas Mann, Death in Venice (and other stories) işbu sebeplerden ötürü bu yılın kitabı olarak 2009’a ve bu naçiz yazarınıza damgasını vurdu. Kitaptan etkilenip o sıralar hazır Türkiye’de olmanın fırsatından istifade edip, bulabildiğim bütün Schopenhauer’leri topladım (Aşk bilmemnesi haricindekileri), onlarla da yatıp kalktım, her söylediğine Schopenhauer’ın başımı salladım, onayımı verdim. Hala da veriyorum, ilgilenenlere duyurulur: Arthur Schopenhauer – okumayın, okutmayın! Sonra söylemedi demeyin, çıkışı yok bu yolun, Sartre demagog bir Polyanna kalıyor yanında.

Kasım ayında, Camera Obscura’nın müthiş albümünden yola çıkıp da haberdar olduğum C.S. Lewis’in A Grief Observed‘ü, yalnız başıma kat ededurduğum Delft-Amsterdam (İspanya Konsolosluğu) seferlerimde elimdeydi. Bütün zeka ve akla rağmen, iyi niyet, mutluluk ve umuda teslimiyetin ilginç bir örneğiydi. Bakayım listeye, kaç yıldız vermişim — 3 yıldızmış, helal-i hoş olsun..

Feed reader’ını yeni açanlar için:
Yılın Kitabı : Thomas Mann, Death in Venice and Other Stories

Yılın dandinilerine girmeyeceğim, istemiyorum çünkü. Bir de Bone var (bu, şu), fena değildi, güzel anları vardı ama ben biraz geç kalmışım anlaşılan…

(Ve/Ama yine de : Joe Hill – Heart Shaped Box; Connie Willis – The Doomsday Book; Frank Herbert – God Emperor of Dune ve dahi listeye bile almadığım, gelmiş geçmiş en kötü şey: Chris Ware – Jimmy Corrigan, the Smartest Kid on Earth). 8P 8P 8P 8PPPPPPPPPPP