sene 1993 idi, Cengolar yeni bir oyun düşünüyorlardı, benim de aklıma Another World‘den esinli bir konu gelmiş idi: bir anda gözlerini bir depoda, bir hasta yatağında açan bir adam, meğerse bütün hayatı bir simülasyondan ibaretmiş, kaçar, kovalanır, vs. vs. Şimdi kitaplarda olsun, filmlerde olsun, özellikle de oyunlarda, karakterinizin daha dakika bir gol bir yeni bir dünyaya gelmesi çok önemli çünkü bu sayede karakterle bütünleşmeniz çok daha kolay olur – o da bilmiyor, siz de, daha kolay derisinin altına girersiniz (çok afedersiniz, kesiyorum ama şimdi arka planda Tom Petty ve Dadaşlar’ın baby even the losers get lucky sometime’ı başladı, ahh ahh… ben bir iki dakika efkar molası vereyim, siz lütfen okumaya devam edin, ben size yetişirim…) ne diyorduk, ah evet, işte kaçar kovalanır bildiğiniz matrix yani. Ortaokulda da benzer muhabbeti arkadaşım Yavuz’a yapmıştım: ona aslında bir uzay gemisi pilotu olduğunu (Wing Commander hastasıydı Yavuz), işte düşmanca (yani bizler) esir alındığını, köfteyi çakmasın diye de simülasyona bağlandığını anlatmıştım (Wing Commander’da başarılı olması tesadüf değildi yani, bizzat kendisi Wing Commander’dı — bir de bu arada, Wing Commander’da simülatör opsiyonu vardı, oyun içinde oyun, hakikaten çok iyi bir oyundur).
Sonra bildiğiniz üzere önce 1999 yılı, ardından da the Matrix the movie geldi. ‘Aaa,’ dedim, ‘ben bunun aynısını düşünmüş idim.’ dedim de dedim sevgili Dee’ye. Ben Dee’yi çok severim, süper bir insandır (buraya açıklamalar, tasvirler yazmıştım, sildim, tanıyorsanız ne mutlu size, tanımıyorsanız da daha ben ne diyeyim size). İşte Dee de bana demişti ki “eee, so what, herkes hayatında illa ki düşündü bu olguyu” (bu kelimelerle olmasa da) ben de işte oracıkta satoriye erdim, “haggatenyaw” dedim (bu kelimelerle olmasa da).
Gelelim sebep-i entry’mize: arkadaşlar, ben öyle bir süredir vik vik ötüyorum ya, sanal dünya, her şey bomboş, hancı sarhoş, arkitekt sarhoş… siz bana bakmayın, meğerse o kadar da özgün değilmişim, yani özgün değildim o kadar, biliyordum ama hakikaten bildiğim kadar bile özgün değilmişim. Dün Inception’ı seyrettik, haydi o bir şey değil, geçen hafta mıydı, evvelsi hafta mıydı, neydi, Iain M. Banks hazretlerinin “Feersum Endjinn”ini bitirdim (Barış dediydi zaten taa ben bu muhabbete başlarkene, arkadaş sözü dinlemek lazım, olmuyor öyle taka taka yazmak). Yahu adam 1994 yılında basmış yahu, daha ben ne diyeyim. Tamam, tamam sustum (acımasız öcünü aldı bu bağr ben gideyim bu gece burrası banağ biras dağr).
Bu girişin sevdiceklerinin tam listesi:
Dee
Barış
Emir
“ben dediydim” – Iain M. Banks
Löker — Eferum, doğru demişim. Yine olsa yine derim! [yumruğunu masaya indirir]
😛
Asıl Löker vakt-i zamanında, “ben bunun senaryosunu yazacağdım, alçak vaçovskiler önce çektiler filmi” diye kızıp, “özgün kalacağım, etkilenmeyeceğim” diyerek filmi yıllarca izlemediydi. (En son sorduğumda bu sevdadan vazgeçmiş ama hala izlememişti, pek eğlenmiştim.) Hala aklıma geldikçe gülerim.
Ben?! —
ismim geçti galiba, buradan da sevgiler saygılar, hapis hayatım bir bitsin, görürsünüz siz.
Ayrıca Banks’in son kitabı o değil şu (ekte). Aksiyon dolu bir page-turner olmuş. Ayrıca soundtrack’a dikkat, lütfen bir daha ilgili kitapları okurken zihnimizden tekrar edelim)
http://www.youtube.com/watch?v=Ypt4HQKZxgM&feature=player_embedded
Yo yo, my name is Banks Yo Yo !
sitenin genel esen havası — ben yazıyla iyice ilgisiz kaçacağım ama yorum yapmak için yer kurcaladım kurcaladım burası en uygun kısım geldi.Dedim iletişimden mi yazsam yok sonra çok resmi kaçar burası daha iyi.
öteki edebiyat sitenizi ve burayı çok beğendim.Hakkında sayfanızda samimi ,içten olmuş 🙂 sohbet havasında okudum gitti ve ayrıca okurken “muradımızıda ermeye devam ediyoruz”kısmında yüzümde bir gülümseme belirdi onun için de Bengü hanımla ve ece’nizle daha daha çok mutluluklar diliyorum:)
not:Tanrım ne kadar uzun yazmışım ben böyle
size laflar hazırladım.. S01E01: Dee — Lökerle bir gün Miranda July(lay) seyretmiştik, mutlu bir gündü. Bir gün de Kuzguncuk’u gezmiştik, o da güzel bir gündü. Lökerle kötü bir günümüz yoktur.
Ve sana gelince Kraliçem (Batlamyos), hani cuma günleri okuldan kaçar da fch’a damlar idim ya, sizin (ikinizin) huzuru, böyle eski Türk filmlerindeki (Adile Naşit / Münir Özkul filmleri diyecektim, özdeşleştirilirsiniz diye demedim, çünkü ortam sıcaklık açısından o ortam olsa da, şüphesiz alakanız yok) sıcaklığı bulurdum. (Şimdi “okuldan kaçar, fch’a damlardım” yazdım ya, benim bile kafamda ilkokul önlüğümle sizin mutfakta durmuşum, patron çizgili Sümerbank pijama ile gözlükleri burnunda internette forum okuyor, sen bana az evvel ekmek arasına reçel sürüp vermişsin, öyle bir anda bir görüntü geldi, iyi mi).
Neyse, öyle işte, akşam vakti özlettirdiniz kendinizi de, Löker’i de.
size laflar hazırladım.. S01E02: Parış — Sen, evet sen, gözlüklü..
O kitap hakikaten de page-turner, finger-lickin’ bir yapıt imiş, öğrendim. Surface Detail’e bilerek başlamıyorum, naz ediyorum, ondan önce the Algebraist’i de okuyacağım, başka kipatları da, keyif benim değil mi. Matter hezimetinden sonra az bile.
Bugün İspanyol arkadaşım sordu, “¿noelde sebiyya’ya gidiyor musunuz, ne alemde?” diye de, içimden önce “ben nebleyim, git barış’a sor”, akabinde de “yok yok, sen en iyisi Belçika makamlarına sor” dedim, dışımdan da, “bilmem bilemem arkadaşlarım gelirse gideriz, gelmezse de burada kalırız..” dedim. Öyle.
size laflar hazırladım.. S01E03: Dee — (bunu koyacaktım bir de cevap yazarken, unutmuşum, şimdi hatırladım, buyrunuz)
size laflar hazırladım.. S01E04: Özge — Sevgili Özge, bana bile garip gelen bir şekilde, normal yaşamında pek de sosyal olmayan, yabancıları bırak, günlük rutin sebebiyle göregeldikleriyle bile merhaba–merhaba ötesindeki konuşmalardan itinayla kaçan biri olarak, dış dünyadan bloga ses edildiğinde (ve tekrarlamak gerekirse, bana bile garip gelen bir şekilde) çok mutlu oluyorum.
Bloguna baktım, yani daha doğrusu resimlere baktım, yazıları da sonra okurum artık. Büyük S ile Sınav’ın canını sıktığını gördüm, ben dahi bunca yılın ötesinden daraldım. Yapacak pek bir şey yok, şimdiden kolay gelsin ama insana sonradan o sıkıntılar bile pembe gözlükler ardında geliyor (benim durumumda lise dönemim değil de, üniversite yıllarım ama bunalım oldukça çok da fark etmiyor zaman/mekan, gençlik şart ama! 8)
Dileklerin için teşekkürler, çok şükür, mutlu mesut gürültüsüz patırtısız yaşıyoruz üçlü güçlü bir familya olarak, Allah nazardan saklasın, veleddalin amin. 8)
size laflar hazırladım.. S01E05: Gina — Worried he’s “losing patience with my patients,” Paul pays a visit to a retired therapist (Dianne Wiest) he’d last seen nearly ten years ago.
size laflar hazırladım.. S01E06: Laura — Paul is surprised by some unexpected news from Laura about her boyfriend.
size laflar hazırladım.. S01E07: Alex — Alex discusses his stoic return to the bombing scene and reveals issues he has with his wife.
paranoya — Aaa ben de düşünmüştüm matriskin aynısını, yoksa, yoksa?..anladım, ben aslında simülasyondayım, siz bunun simülasyon olduğunu bilen insanlar da önce benim fikirlerimi bilgisayardan okuyup sonra geri bana satıyorsunuz, di mi?
Korku — Bu arada İlhan İrem’in Korku’su acaba böyle bir hezeyan içinde yazılmış olabilir mi? Hani ‘aydınlık dünyanın şen insanları’ derken dışardakileri kastediyordur filan?
Başlıksız — Feersum Endjinn deyip de yazim stili yerine konusunu tartismana hayran kaldim.
okuryazar — Bengu’ye heyecanla anlatmistim Bascule’un kisimlarinin yazim stilini, yetmez mi? 8P
Ben, igrenc bir insan olarak, (Rob anlatir ya boyle birasinin agzindaki limonla oynarken, sonra utanir, anlatamaz, kamera shift eder, stereolab’dan la boob oscillator calmaya baslar…