Bundan yıllar önce (yıllar dediysem, 10+ yıl, şaka değil yani), girdiğim bir laylaylayın ertesinde, pek çok şeyi yadsıyıp, artık insan ne kadar sünger çekebiliyorsa o kadar çekip, artık o yaşlarda ne kadar münzevi olunabiliyorsa, o kadar münzevi bir hayatı yaşamaya başlamıştım. Doğu Almanya’nın değil de, SSCB’nin yıkılışını andırır bir şey olmuştu benim cephemde: hani Gorbaçov olmasaydı da eninde sonunda dağılacaktı (1), sonra da suyu çıktı iyiden iyiye, ortaya çıkan şey öncekinin o kadar anti bir şeyi haline geldi ki (tabii ki Putin değil, Yeltsin yıllarından bahsediyorum), öncekinin azameti de payını aldı bundan, yıprandı bitti gitti, hiç olmamış gibi bile değil de, bir şaka gibi oldu (2). Tıpkı eskiden insanların uçtuğu bilgisinin, büyülerin, ejderlerin zamanımızda aldığı hal gibi.
Bundan yıllar önce, işte öylesi bir zamanda, bir hikaye yazmıştım o anki halet-i ruhiyemi anlatan. Bu hikayemin adı “Bir Ölünün Güncesinden” idi ve şimdi sonundaki twisti açıklayıp spoiler edecek olsam da, bir ölünün güncesini anlatıyordu. Şakayı (latifeyi) bir yana bırakacak olursak, gerçekten de ölmüş olduğunun ne kendisinin ne de çevresindekilerin farkına vardığı bir fizik profesörü hakkında idi hikaye. Hikayeyi okuyan biri, doğal olarak oradaki aforizmaları sistemin çürümüşlüğü, kokmuşluğu ile ilişkilendiriyordu, anlatıcı da onun bu şekilde düşünmesine zemin hazırlıyordu sürekli olarak sistemden şikayet ettikçe. Hikayenin benim açımdan sembolleri ise farklı idi: orada, benim yaşadığım değişim ve aslında artık eski ben olmasam da, beni tanıyanların bunu fark edemeyişlerinden dolayı eskiyi devam ettirmeye çalışmalarıyla daha da karmaşıklaşan yaşamımı anlatmaktaydım (böyle yazınca fıkra açıklamaktan bile beter oldu, özür dilerim. Merak eden varsa http://www.emresururi.com/page.php?page=docs adresinden gerek bu hikayeye, gerekse diğer birkaç seçtiğim hikayeye ulaşabilir).
Geçen aylardan birinde, Charlie Kaufmann’ın Synechdoche, New York‘unu izledim. Filmi izleyip, hayran kaldıktan sonra, oraya buraya baktım kim neler demiş, neler görmüş diye de, link linki açtı, Cotard’ın Sendromu (Cotard’s Syndrome) diye adlandırılagelen, nam-ı diğer “Yürüyen Ceset Sendromu”ndan (Walking Corpse Syndrome) haberim olageldi. E bu kadar girişten sonra, bariz olan açıklamayı yapmayayım müsadenizle ama ne kadar tanıdık ve bir o kadar da sıradışı!
Eğer bir insan, aklını yitirdiğinden şüphe duyabiliyorsa (standart misalim, Solaris), pekala hayatını yitirmiş olabileceğinden de şüphe edebilir, etmelidir. Sadece kendisinin gerçek, diğer her şeyin algısının üretimi olduğunu düşünen insanlar nasıl varsa, diğer her şeyin gerçek fakat kendisinin sahte olduğunu da düşünen birileri çıkmalıdır. Sadece Descartes yetmez (Ze Weld is geen enough.). Ama bu başka bir hikayenin (“Dünyanın En Güzel Şems’i”) konusu. Adım Emre, soyadım Sururi, yıllarca beni böyle bildiniz, Emre Sururi’den reklamları izlediniz.
[Resmi aparttığım kaymak: AOÇ Dondurmaları Tesisi, K. Maraş]
baslık yazamadıgımı farkettım — oncelıkle lınk acılmıyor aynı zamanda fılmı hemen ızleme krızıne gırdım en son olarak tesekkurler
alın benden de o kadar. — Uyarı için teşekkürler, düzelttim linki. Filmi izledikten sonra konuşabilirsek (konuşabilirsek lafın gelişi) buralarda pek sevinirim, film vesilesiyle sevinmiş tek insan olarak tarihe bile geçebilirim belki, belki de not.
Synecdoche — Dagilmak sozcugu tam karsilamasa da bir yaklasik sonuc olabilir su anda icinde bulundugum ruh halini aciklamak icin. Maddeler halinde yazacagim birsey atlamamak icin; Zira 2 gundur yuzbin duygunun icine girdim. Klavye sorunu yuzunden telefonda android klavye(o neyse artik) ile yazmaktan mutevellit turkce karakter kullanamiyorum en bastan ozur dilerim.
1- dagildim cunku son yillarda yasam uzerine cokca aklimi mesgul eden butun sorulari kaufman bir guzel alt alta siralamis, Siralamis da dunya kadar da next step cikarmis izleyiciye dusunsel anlamda, ( buraya yapilacak uymadi, next step daha bir ortustu ondan kullandim)
2- karsilastirmali edebiyat var da karsilastirmali film kritigi var mi bilmiyorum ama Synecdoche’u izlerken kaufmanin butun diger filmleriyle karsilastirmamak olanaksiz zira filmde oyle bir sahne oluyor ki- hepsini su an siralayamam ama ornegin asansor sahnesinde being j.malkovich’ i izliyor duygusuna kapilmadan edemedim.- kaufman’in onceki filmlerine kacamak seyahatler yapiyor duygusu kapliyor icini insanin.
3- hazel’in satin aldigi yanan ev ve en sonda o evde dumandan zehirlenmesi favorimdi.
4- film ilerledikce katmanlar olustu sanki filmde.
5- “dunyada 13 milyon insan var ve bunlarin hicbiri fazlalik degil. hepsi kendi hikayesinin kahramani,hepsinin hakki verilmeli” baska sorum yok hakim bey.
6- ayrica aci bir gercekle yuzlestim, adi lazim değil, sevdigim bir sairin bir romanla ilgili yazdigi bir yorumda kullandigi bir bolum (butun birler gerekliydi burda) son on dakikada olmali adel’in olum haberini aldiktan sonra oda ile ilgili metin, nasil da ayni seyi dusunduklerine sastim ve aslinda belki yuzlerce yildir ayni seyleri farkli sekillerde tekrarlasak da insanoglu olarak, bu sanki “kopyala yapistir, sozcukten kazan” mantiginda kopyalanmis gibi geldi, uzuldum.
7-rahibin konusmasi, tiradi mi demeli yoksa?
8-olive oldugunde kolundaki dovmeden dusen yaprak, boris vian gunlerin kopugune gittim ama tamamen kisisel olmali.
9- evet, cok katmanli bir film kesinlikle, tekrarlama geregi duyuyorum.
10- gunluk akis icinde iki gunde izleyebildim filmi ama sanirim bu durum da film icin oldukca anlamli oldu; yasamin kendisinin o telasli akisi icine filmi, filmin icine de yasamin kendisini alarak senkronize bir izleme yapmis oldum, daha bir anlam kazandi film.
11- murathan mungan’in yeni cikan gelecek kitabindaki sorgulamalar, neden bu film ustune geldi, tesaduf mu kader mi, nedir
12- sanırım diger butun filmlerini hatirliyorum ama adaptation’ı yeniden izlemeye karar verdim.
13- nokta. daha ne olsun darısı yeni filmlere, biz çıkalım kerevetine..
14- son olarak son yarim saatini hiçbir destekleyici madde etkisi olmadan hem de, acik bir bilinçle, bilerek ve isteyerek,salya sumuk izleyip- ondan sonra akişa devam etmek biraz zor oldu, uykuda bile olsa.(saçmaladım sanırım burda, neyse ciddiye almayın, yan etkiler sürüyor)
on kasım akşam üzeri, hatta akşamı biraz geçe bir zaman, izmir