(“Merhaba, tanışabilir miyiz/konuşabilir miyiz?” anlamına gelmekte).
Buraya geleli, dile kolay, 10 ay oldu. Başımızdan bir sürü şey geçti, macera, anı oldu, daha da devamı gelmekte gibi görünüyor (burada iftar tarifesini 21.30’dan açtık, bu aralar 20.55’e kadar indirdik sıkı pazarlıklar sonucu (ne diyorsun, İstanbul’da aynı iftar sadece 19.45’e miiii!).
İlk geldiğimde, Danel sağolsun, gölge oldu bana, her gittiğim yere benimle geldi, çevirmenlik yaptı yoksa halim haraptı. Hani Fransızlar ve Almanlar için denir ya, “bunlar İngilizce bilir ama konuşmazlar” diye (ki yalanmış, gittik gördük, konuşuyorlar — ama tabii bir takım detayları Fransızların lehine atlıyorum bu noktada), lşte İspanyollar İngilizce bilmedikleri gibi, konuşmuyorlar da. Hani böyle Türk olarak zorlanırız ya turiste bir şeyler anlatmaya çırpınırız, dururuz dururuz “I love you, brown, smith, pencil, şimdi buradan go go go left…” filan, öyle bir teşebbüste de bulunmuyorlar, çok güzel, düzgün ve akıcı bir şekilde İspanyolca konuşmaya devam ediyorlar tek kelime anlamadığınızı bile bile.
İspanyolca’ya da İspanyolca demiyorlar zaten, “Kastelyen” diyorlar. Bütün Latin Amerika’ya (tamam, Brezilya hariç) tek bir dili konuşmayı zorla da olsa öğretmişler ama gel gör ki, İspanya’nın bizzat kendisinde 4 resmi dil var, salladım hemen 4 diye, bir sayayım bakalım: Kastelyen (Madrid yöresi halk oyunu), bizim buranın Baskçası, Barcelona ve civar illerin Katalancası, batıya doğru Galisyan, bir de şimdi baktım Wiki’den, Aranez varmış, bilmiyorum onu. Madrid başkent olduğundan, Kastelyen ortak payda muamelesi görüyor, Basklılara mesela “büyükanne, peki senin İngilizcen niye bu kadar kötü?” diye sorunca da “e Baskça anadilimiz, yabancı dil olarak Kastelyen öğrenince, kotada başka bir dile ancak bu kadar yer kalabildi yavrucuğum” diyorlar. Haklı olabililer çünkü tanıştığım Madridlilerin hepsinin İngilizcesi çok düzgündü. Bask dili bu arada, çok teşvik edilse de, Bilbao ve normal kasabalarda standart olarak Kastelyen kullanılıyor (tekrar edeyim: Burada Kastelyen denen şey, İspanya dışında İspanyolca diye öğretilen dil), Baskça ancak kırsala gittiğinizde etkin oluyormuş.
Kimse İngilizce konuşmayınca, haliyle biz birer ikişer İspanyolca kapmaya başladık, biraz da baskça, işte n’aber, netekim, gene geldi şapka, öptüm bay.. Geçen gün (iki hafta olmuştur belki), Ece’yi parka götürdüm, işte oynuyordu, bir hanımla sohbet ettik çocuklar birlikte oynarken. O da İngilizce bilmediğinden tabii, sohbet tamamıyla İspanyolca yapıldı, çırpına çırpına anlattım, anladım. Gerçi sonradan Bengü bize katılınca birtakım şeyleri yanlış anlayıp/aktardığımızı anladık ama olsun (park arkadaşım benim aslında Türkiye’nin kralı olmadığımı öğrenince onda biraz hayal kırıklığı sezinlemedim desem yalan olur).
Bengü kursa gidiyor, pek yoğun bir kurs değildi ama bu aydan itibaren bir aksilik olmazsa daha yoğun olanına başlayacak. Ece desen okulda paso İspanyolca, haftada 3 saat ilave Baskça’yla söktü zaten dilleri. Ama olsun, sonuçta o gün ben tanışıp sohbet edecek kadar İspanyolca öğrenmiş olduğuma inandırdım kendimi, hem de insan böyle aracı olmadan birisiyle tanışınca daha da bir mutlu oluyor. Ertesi gün buluştuk onlarla, festivale gittik. Yalnız meğerse onlar Fransa’da yaşıyorlarmış, artık bir daha onlar geldiğinde ya da biz oraya gittiğimizde dedik, en çok da Ece için üzüldüm, nihayet onca uyuz İspanyol çocuğun arasından kendi dengini bulabilmişti.
İspanyollar (ya da Basklılar, bilemeyeceğim), pek çok açıdan biz Türklere benziyorlar. Yabancı sevgisi var, size yardım etmek için ellerinden geleni yapıyorlar, Hollanda’da bir mesafe vardı hep insanlar arasında (ha, ben onu tercih ederdim tabii ama o da safi benim kasıntılığım). İyi kalpliler, bir de, özellikle burası (Getxo “semti”) böyle 80ler Türkiye’sine filan benziyor tanışıklık açısından – herkes herkesi tanıyor, çocuklar birlikte sokaklarda oynayarak büyüyorlar, herkes her akşam dışarıda — zaten yılın çoğunda bir festival yapılıyor oluyor.
Özetle, özellikle İspanyolca öğrenmek istemiyorum ama yavaş yavaş bir şeyleri anlamaya başladığımı fark edince de sevinmeden edemiyorum. Bu yılbaşı 3 kraldan bana yaşıtım ve kafa arkadaşlar getirmesini diliyorum, başka birkaç şeyin yanı sıra. Hollanda’daki ortam çok iyiydi, çok iyi oluşunun da farkındaydık, o yüzden şimdi böyle güzel özlemle anıyorum oradaki arkadaşlarımı. E, İTÜ ile ODTÜ arkadaşlıklarımız efsane zaten. Burada, dediğim gibi, çocuklar çok iyi ama yaş ortalamasının 8-9 yaş üstünde kalıp, üstüne bir de dil bariyerinden -3 yiyince, iyi niyetlerle kalıyoruz çoğu zaman.
amaan, neyse, boşver, bir sigara ver.. (Ceeeemiiiiiiilllllllll!)
hmm… — Aldığım duyumlara göre bu yeni yabancı dilinizi İsviçre’nin Fransa sınırında pek güzel uygulama fırsatı bulmuşsunuz.
Sizin orası da Fransa sınırına yakınıdı zaten değil mi?
Demek İspanyolca muhabbet ettiğiniz kişi de Fransa’da yaşıyor çıktı, ne ilginç, ne ilginç.
Beni sorarsanız buradaki durumum aynen şöyle:
http://www.youtube.com/watch?v=ETHUgKzjqBU
ha ha ha! — tam üstüne bastınız beyim! Zaten “ama tabii bir takım detayları Fransızların lehine atlıyorum bu noktada” dediğimde kast ettiğimiz şey tam da oydu, evet, sırrımı paylaşıyorum, Fransızlar, benim onlarla İspanyolca üzerinden iletişime geçme teşebbüslerim karşısında daha fazla dayanamadılar ve bizzat kendileri “İngilizce biliyo musun abi sen?” diye sordular umutla.. 8)
Fidyonuza güldük ama Bengü Hanım benim aynı öyle olduğumu ima edip, daha fazla güldü (bir de Yasemin’in anlattığı Fransa’da hamburgheeöör siparişi vardır). Gracias. Ben de kontra bir fidyo linki veriyorum, ren ve stimpy’den geliyor, hastası olduğum parlez vuz frankayz? aka the ınternatıonal log: http://www.youtube.com/watch?v=zUnGXTjmc9E