Bugün -nihayet- amazon(.de)’dan ısmarladığım 3 kipatım ulaştı.
* Kolay olandan başlayalım: Alastair Reynolds – House of Suns
Ian M. Banks – Matter hezimetinden sonra, şöyle oylumlu bir SF kipat arıyordum ki, kadim dost, ihmal edilen sevdicek AV Club sayesinde sıcağı sıcağına House of Suns’dan, bu vesileyle de Alastair Reynolds’dan haberim oldu. Bu arkadaş da Banks gibi büyük ölçekli SF yazabilme yeteneğine sahipmiş (deyyolar, göreceğiz). Nicedir aklımdaydı edinmek okumak, kısmet bugün(ler)eymiş. Belki aklıma Steinbeck’in Winter of Our Discontent’inin çağrıştırdığı Shakespeare’in Richard III’ünden gelmiştir (Now is the winter of our discontent / Made glorious summer by this son of York; / And all the clouds that low’r’d upon our house / In the deep bosom of the ocean buried. — nasıl nasıl nasıl hastasıyımdır bu müthiş girişin – şuralarda bir yerlerde evvelden bahsetmişliğimin olması lazım), yani bunları yazarken ne kadar da böylesine gibicesine entellektüelim, onu göstermeye çalışıyorum bir yandan da. Neyse, şimdi beri yanda indiredurduğum Party Down’un ilk bölümü tamamlandı, onu seyredeceğim/planlıyorum saat de olmuş 12.30 oh oh, artık yarın devam ederim edebilirsem, beni bekleyin böyle habersizce (enter Zeki Müren, akşam vakti gel gizlice, kim görecek kim bilecek exit)
ertesi gün oldu bu arada, şimdi güzel bir perşembenin akşamı. Party Down kötü kötü kötü çıktı dün akşamdan.
House of Suns’a bugün başladım. Güzele benziyor ama Culture’ın Culture olduğu haline kıyasla pek basit kalıyor. İlle de humanoid mesela, Star Trek misali, arada anı kurtarmak adına blö blö uzaylılar görünüyor ama işte aması o. Okutuyor lakin kendini köfte.
* Gelelim ikinci kipata: Mark Haddon – The Curious Incident of the Dog in the Night-Time
Whitbread ödüllerini kurcalarken haberim olmuştu (vardır böyle huylarım, arada kurcalarım ödül listelerini, Booker falan filan öyle de pis bir insanım). Geçen Mayıs’ta (Haziran? Temmuz? Ağustos? Eylül?) sevgili Annelies’lerin Voorthuizen’deki evlerinde müthiş bir haftasonu geçirdiğimizde de karşıma çıkmıştı, işte istedim geldi, ilginç çok ilginç bir kitaba benziyor, resimli, formüllü filan. Kitaba bir göz attıktan sonra ilk yaptığım Asperger Sendromu’yla ilgili Wiki sayfasının bir çıktısını alıp araya sıkıştırmak oldu.
* Üçünç ya da William Faulkner – Collected Stories
İşte üniversitede, entel olayım, kızlar entel sever ayağına kipat okurken (başka ne diye okunur ki kipat dediğin hem?)ö Sartre, Kafka vesaire vesaire şimdi adlarını burada yazıp meşhur etmeyeyim daraloğlanları, yolumuz elbette ki Faulkner Efendi’ye de düşmüştü. Bora’dan almıştım kipatı, böyle kahverengi/bej o eskilerin meşhur cep kipatları serisiydi (Altın Yayınevi diye hatırlamıştım, enternetten kontrol ettim, Ataç Kitabevi imiş, Ülkü Tamer çevirisiydi, onu hatırlıyordum da oradan buluverdim zaten hemencecik, 1965, Kırmızı Yapraklar). Kitaptan pek bir şey hatırlamasam da o insanın içine işleyen, tepesine binen ağırlığı hala hatırlıyorum, o kuruluk, hani böyle susamışsınızdır, su bulur içersiniz ama o kadar kurudur ki içtiğiniz su, hiç susuzluğunuz geçmez, dahası ağzınızda toz tadı kalır (dolaptan alıp da kafaya diktiğiniz şişedeki sıvı martinidir çünkü), böyle yok yere içiniz sıkılır. Öyle işte. Geçen gün John Steinbeck’in ‘Winter of our discontent”ini okuduk ya, adam olduk, boyumuz uzadı, “gelsin Faulkner Efendi, o zaman küçüktüm, şimdi yapamaz artık bana bir şey, yerim onu ben” deyu deyu ısmarladık, dün akşam sağolsun, daha ilk hikayede (Barn Burning) çaktı ağzıma iki tane, akşam vakti bütün neşemi de, isteğimi de ezdi geçti. Demek ki neymiş, bu adamlarla şaka olmazmış. Sabah okula giderken, sırf bu herife inat olsun diye Murakami’nin “The Elephant Vanishes” hikaye seçkisini almıştım, orada da vardır “Barn Building” adında hikaye ama hikaye tabii Murakamininki, bir daha okudum, hiç öbürünün o pek bir “kekremsi” tadını (artık ne demekse, saldım çayıra mevlam kayıra) hiç gideremedi. Aklınca iki aparkat çakacaktı sonunda ama Faulkner’den (biz kendisine Faruk demeyi tercih ediyoruz) çıkıp gelmişiz biz, Matrix’in sonunda Neo’nun tek eliyle telefonu tutup konuşurken, diğer elinin serçe parmağıyla oyaladığı ajan muamelesi yaptık neticede kendisine (ki kitaptaki ender güzel hikayelerden biridir o da bu arada. Yahut ender demeyelim de, finty finty belirleyelim oranı buranı elleme çocuğum, ayıp).
Bu blog da burada bitti. Buna da şükür, yazan var, yazamayan var. Öptüm bay.
Sizi öpen Pasaklı Sally (ile Zeki Müren).
Faruk Amca