Bu girişe başlamadan blogu incik cincik ettim, tahminimin aksine, sadece evvelki sene “yıllık liste” hazırlamaya başlamışım (2006, 2007). Bu sene biraz teferruata gireyim bari dedim, şöyle bir “genel mülahazalar” kısmı da olsun, shortlisterları da ihtiva etsin, yüzkaralarını da. İşte böyle böyle ey sevgili kari; ben buradayım, sen neredesin?..
2008 yılında
(Roll the drums..)
…Kitaplar
Okulla ev arası bisikletle 6 dakika çektiğinden, Türkiye’deki en önemli kitap okuma zamanım olan toplu taşım aktivitelerinden -şükür ki- mahrum kaldım. Hal böyle olunca da kitap okumalarım %94.6’sı bir malum yerde gerçekleşmede (along with other things… off çok kötüydü, özür..).
Blogla birlikte okuma listesi tuttuğumdan ötürü, yılın kitabını, adayları, kaybedenleri rahatlıkla saptayabiliyorum. Öncelikle kazananı açıklayayım – gayet net, tereddüte yer vermeyecek bir şekilde:
Susanna Clarke, Jonathan Strange & Mr. Norrell
JS&MN, Susanna Clarke’nin şimdilik tek kitabı. Taa Ankara’da iken, Hugo kazananlarını incelerken herhalde haberim olmuştu da, o zaman niyetlenmiştim lakin bir türlü dijital versiyonunu bulamadığımdan kelli, başka kitaplara yelken açmış idim. Sevgili kızkardeşim ve kayınço sayesinde yaptığımız bir Utrecht Boekenfestijn sayesinde -ki müthiş bir event idi bu festival olayı- €4.5 gibi cüzi bir fiyata aldım (hardcover’ı da €5.5 muydu neydi, taşıması daha kolay diye paperback’i tercih ettim – HHGTTG’nin seti mesela €10 gibi bir fiyattı). Tabii bir kitabın (kipatın) yılın listesine girmesi genelde fiyatına bağlı değil. Kitap Dickens’ın çağından çıkıp gelmiş gibi (2004 kitabı, btw). Olağanüstü olayları gayet normal bir şekilde anlatmasıyla sizi kendine bağlıyor. Öyle büyük bir olayın peşinde koşturmaca da yok pek. Anlatması zor, ne desem yetersiz kalıyor. Sayfaları gayet keyifle birbiri ardına çeviredururken “şu son 50 sayfada hiç de kayda değer bir olay olmadı ama ne garip, ne kadar keyif aldım okurken” diyorsunuz gibi bir şey… Bir de the most peculiar comments and/or narrator olayı tabii ki (belirsiz fakat mevcut bir anlatıcı var).
Tadımlık olarak şunları buyrun:
Poor Mr Norrell! He had not heard Drawlight’s story of how the fairies had washed the people’s clothes and it came as a great shock to him. He assured Sir Walter that he had never in his life washed linen — not by magic nor by any other means and he told Sir Walter what he had really done. But, curiously, though Mr Norrell was able to work feats of the most breath-taking wonder, he was only able to describe them in his usual dry manner, so that Sir Walter was left with the impression that the spectacle of half a thousand stone figures in York Cathedral all speaking together had been rather a dull affair and that he had been fortunate in being elsewhere at the time.
6th Chapter |
“I should like to do magic,” said the fox-haired, fox-faced gentleman at the other end of the table. “I should have a ball every night with fairy music and fairy fireworks and I would summon all the most beautiful women out of history to attend. Helen of Troy, Cleopatra, Lucrezia Borgia, Maid Marian and Madame Pompadour. I should bring them all here to dance with you fellows. And when the French appeared on the horizon, I would just,” he waved his arm vaguely, “do something, you know, and they would all fall down dead.”
“Can a magician kill a man by magic?” Lord Wellington asked Strange. Strange frowned. He seemed to dislike the question. “I suppose a magician might,” he admitted, “but a gentleman never could.” Lord Wellington nodded as if this was just as he would have expected. 29th Chapter |
Bir de şunu buldum Wikipedia’daki makale sayesinde, kitap hakkında nefis bir biçimde bilgilendiriyor:
Charles Palliser, author of the similarly grand-scale, Victorian-set The Quincunx, who praised the book’s depth of invented background; “I almost began to believe that there really was a tradition of ‘English magic’ that I had not heard about.”
|
Kitaplar hakkındaki notlara devam edecek olursak, bu sene anladım ki, meğerse 95’te (94? 95.) okuduğuma emin olduğum Kara Kitap‘ı asla tam olarak okumamışım: kremalı bisküviyi açıp da sadece ortasını yiyen çocuklar gibi, anlaşılan Celal Salik’in köşe yazılarını ve dahi Galip’in maceralarının bir kısmını okumuşum sadece, bu da hoş ve aynı zamanda bir bakıma nahoş bir sürpriz oldu. Kara Kitap’ı bitirdikten sonra bir sürü şeyini eleştirdim ama gerekli bir kitap, olmazsa olmaz imiş. Fatih Özgüven’in Bir Şey Oldu‘suyla, Hiç Niyetim Yoktu‘su okumaya değen kitaplardı, ayrıca hayranlığımın artmasına da vesile oldular.
Gelelim yılın hayalkırıklığı ve vakit israflarına : Gregory Maguire’ın Wicked‘ı kelimenin tam anlamı ile affedilemeyecek, umutsuz bir vakaydı ama onun özrü yazarının yeteneksizin teki oluşu. Peki biricik Iain M. Banks’imizin hem de Culture serisinde bizi uğrattığı Matter hezimetine ne demeli? (Ekim’de bahsetmişim şöyle bir, kızgınlığım hala geçmedi.) Serinin bir önceki kitabı olan Look to the Windward hayli yetkin bir kitaptı, sonsözü de kendisinden sonra gelecek kitap hakkında hayli iddialı vaatlerde bulunuyordu (sonradan anlaşıldı ki, bana öyle gelmiş 8P ). Matter başlıyor, güzel başlıyor, gayet yüksek bir potansiyel barındırıyor, giriş iyi, gelişme iyi. Ama o kadar. Yüzlerce sayfa geçiyor (serinin en oylumlu kitabı olmakta kendileri), bir şeyler ha oldu ha olacak, ortadaki kozlar büyüyor büyüyor, laflar büyüyor, olaylar büyüyor, her şey aslında “o” bir tek şeye çalışıyor, farkındasınız, heyecanla bekliyorsunuz kırılma noktasını ve bir anda inanılmaz acemice bir şekilde pof! Gazmış meğerse, peki, gerçek olay/kitap nerede? Aaa, kitap bitti, üzgünüz buydu, yerseniz. Ne yazık ki S. King ve masa lambası olayı bir nevi. Çok çok feci bir vakit israfıydı Matter. Hele de Banks’in kitabın yayınlanmasından önce söylediği o sözlerle birlikte tekrar ele alındığında:
Banks tells me that he has spent the past three months writing another Culture novel. It will be called Matter and is to be published next February. “It’s a real shelf-breaker,” he says enthusiastically. “It’s 204,000 words long and the last 4,000 consist of appendices and glossaries. It’s so complicated that even in its complexity it’s complex. I’m not sure the publishers will go for the appendices, but readers will need them. It’s filled with neologisms and characters who disappear for 150 pages and come back, with lots of flashbacks and -forwards. And the story involves different civilisations at different stages of technological evolution. There’s even one group who have disappeared up their own fundaments into non-matter-based societies.”
Stuart Jeffries’in Banks ile röportajı, The Guardian, 25/06/2007 |
Bu, Banks’in dediği, benimse buna diyecek üç kısaltmam var: B.S., M.S. ve Ph.D. (bilen bilsin).
Şu günlerde Stephen Fry’ın The Liar‘ını okumaktayım. Kitap bir anda canlandı (Dickens’ın Peter Flowerbuck mevzuu). Fena bir kitap değil yalnız şunu da itiraf etmek lazım: Stephen Fry’ın zekasıyla biraz zedelenmiş. Demek ki neymiş? Zeka gösterisi zorlama olunca (wave after wave) sıkıcı olabiliyor (benzer bir durumu Fry’ın kankası Hugh Laurie’nin The Gun Seller‘ında sarkazm ve hazırcevaplılık ve aymazlık hususunda taze yaşadım). Okurken yarıda bıraktığım Robert Shea ile Robert Anton Wilson’ın The Illuminatus! üçlemesi de gelecek okuma projelerim arasında ve Fry’ı bitirir bitirmez -büyük ihtimalle de herhalde bitirmeden- sevgili eşimin yılbaşı armağanlarından biri olan Haruki Murakami’nin The Elephant Vanishes adı altında yayınladığı hikaye seçkisi de var daha…
Listemizin kitap kısmı bitmiştir, come back again for sinema een anderen…
–Sonradan edit: Sinema kısmını hala yazmaktayım ama o kadar uzun oldu ki, ayrı olarak ekleyeceğim ve en sonda da gene eski usul derli toplu bir “kazananlar” listesi koyacağım…