The Hallway from The Hallway on Vimeo.
Yıl: 2009
Status update ya da
- Neko Case “People Got A Lotta Nerve”e klip çekmiş. Kaplanın kızları yemesi dışında çok hipisel olmuş, olmamış. Komşuluk teklifim/isteğim/dileğim hala geçerli. (Klibin çıktığından Georgina sayesinde haberim oldu)
- Bu aralar Camera Obscura – My Maudlin Career dinliyorum severek. öyle 60’lar gibi ama 2009 tarihli. Bir de Bat for Lashes’dan Fur and Gold’u — hele de Horse and I ne muazzam bir şarkıdır öyle. (Bu gruplardan Georgina sayesinde haberim oldu)
- 80’ler listemi epey geliştirdim andığım günden beri. Yakında revize edilmiş (ne korkunç bir zorlamadır bu “revize dilmek” edimi! Yani benzetmek gibi olmasın ama “iğdiş edilmek” gibi geliyor kulağa (evet, o benim freudyenliğim)..) halini buraya bir yere asarım.. (Dün Georgina’dan 80lerin hitlerini içeren muazzam uzunlukta bir liste aldım, oradan bakıp bakıp “aaa bunu da atlamışız” demekle geçti akşamımız..)
- Crying at Airports sanırım -bence- gelmiş geçmiş en iyi şarkı ismi. İlk göz ağrılarımdan Whale’in bir türlü bulamadığım da sonra unutup, sonra hatırlayıp yıllar sonra kavuştuğum 98 tarihli ikinci ve son albümlerinden bir şarkının ismi. Şarkı da albüm de iyi değil ama bu şarkının ismi (crying at airports), ama bu albümün ismi (all disco dance must end in broken bones) ve ama kapağı… nasılnasılnasıl ümit vaat ediyor, ah!
- Hep böyle müzik şarkı gittim ama başka şeyler de var. (“Boğazını temizler” — ki bu da apayrı bir güzelliktir / Boğazımı temizliyorum, yani demek istiyorum ki, bir giriş yapacağım. Ne zaman giriş yapsam boğazımı temizlerim yani ben, yeni bir sayfa gibi. Ha çıkışlarda ne mi yapıyorum, nasıl mı veriyorum konuşmamın bittiği mesajını? Tabii ki arkaya 3 salto ve takiben bir parende ya da her nasıl yazılıyorsa (Salto nedir, parende nedir, hangisidir, ondan da emin değilim ya… (arkaya 3 salto atıp, mütekaip(?) bir parende yapar/atar/ovalara yayılır)) geçen gün kişisel isa Wiki’mdeki arzu sepetimde keşfettiğim (hem de taa 19 Şubat’ta girmişim ilgili list item’ı (bir de A-Team vardı)) Two Lovers‘ı izledik, acaip iyiydi, hatta o kadar iyiydi ki (yani beni duvardan duvara halı.. kısmını boşveriyorum), niye Joaquin Phoenix ile Gwyneth Paltrow gibi isimleri oynatmışlar, çok merak ettim. Vinessa Shaw müthişti. Kim bu kim bu nereden diye diye filmin sonunu getirdim. Hillary Swank’ın gençliği gibi, film boyunca parladı durdu, filmin sonunda baktım, bilmiyormuşum, ilk ciddi görüşümmüş kendisini..
- Film deyince, bir de -yine geçen gün- canım çekti, favori filmlerimden Station Agent‘ı taktım (nereye? nereye ne takıyorsun sen? harddisk’i bağlayıp, çift tıklatıyorsun ancak!), onu seyrederken birkaç gündür aşerdiğim Air – You make it easy’yi de aradan çıkartayım dedim, onu da simultane (kadıköy simul taner) başlattım — öyle bir yere denk getirmişim ki, filme özellikle seçseler bu kadar senkronize olurmuş (merak edenler için: Peter Dinklage rayların üzerinde yürürken, küçük kız bunun peşine takılıyor, o ona merhaba deyince kız kaçıyor, sonra fade to akşam, kapı çalınıyor, Patricia Clarkson elinde bir şişe şarapla gelmiş, işte tam oradaki fade to akşam kısmında başlatın) — sahneyle başlıyor, sahneyle bitiyor şarkı da (alakasız ama, filmi bu seyredişimde fark ettim : müziklerini Stephen Trask (efsanevi Hedwig and the Angry Inch) ayarlamış. Film tabii her zamanki gibi çok çok güzeldi, sonunu getirmesem de..
- (Bir şeyler daha yazacaktım sanki.. Hah!) Iris Murdoch’tan “The Sea, The Sea” (for the 2nd time) okumalarım yine devam ediyor, onu ilk okuduğumda nasıl sağ kalmışım, hem şaşıyor, hem de tebrik ediyorum kendimi (Jaws: The Revenge: This time it gets personal).
- “Two Lovers”ı yazarken değindiğim listemdeki diğer birkaç film (çoğunu başarıyla temizledim) : The Reader, Rec, bir de Primer.
- Çok geç oldu burada, yatıyorum ben şimdi balkabağına dönüşmeden bu giriş. (ThisTornadoLovesYouThisTornadoLovesYouThisTornadoLovesYou — WhatWillMakeYouBelieveMe?)
hâlâ menekşe..
Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak şey değil
Apansız geliyor aklıma*
Melih Cevdet’in “Anı”sından kesit.
yeni bir şey olarak country
Country müzikten haz etmedim oldum olası (Jazz da sevmem mesela). Bob Dylan’ı da sevmem yıllar aldı. Woody Guthrie, Willie Nelson dinlemişliğim vardır, işte Tammy Wynette – Stand by your man, o kadarını biz de biliyoruz.
Neyse, sonra bildiğiniz/bilmediğiniz üzere Mart ayında Neko Case Hanımefendi girdi musiki hayatıma, durumda pek bir değişiklik yok, hala da duruyor orada.
Son Türkiye ziyaretimizde, Levent sayesinde gayrı-resmi bir toplamadan haberdar oldum: Tom Waits, Nick Cave and Friends – A Flowerdance Collection. Bugün yine onu dinliyordum ki, Elvis Costello ile Tom Waits’in seslendirdikleri bir şarkı, adı itibarı ile özellikle dikkatimi çekti: “I forgot more than you’ll ever know”. Devamını da getirip tam olarak söyleyecek olursak: I forgot more than you’ll ever know about her. Costello’nun “Such Unlikely Covers”ında yer alıyormuş. Şimdi burada Tom Waits’in söylediği şarkıların adlarının kanserojen madde bağlamında incelenmesi başlıklı çalışmamı başka bir bahara bırakıp (ama yine de: Warm Beer, Cold Women, Innocent when you dream hele de Christmas card from a hooker in Minneapolis (Neko Case coverladı bunu) – şarkı ismi değil, Raymond Carver hikaye başlıkları!) konuma döneceğim. İşte şarkıyı araştırdım, aslında orijinal halinin “about her” değil de, “about him” olduğu, Davis Sisters tarafından yazıldığı falan filan (Johnny Cash, Bob Dylan ki, tanıyamadım Dylan’ın sesini önce!)… Gaza geldim, Dolly Parton, Tammy Wynette ve Loretta Lynn (ki son ikisini Neko Case’in harika coverlamışlığı vardır) versiyonunu da dinleyeyim diye onların 1993 tarihli albümleri “Honky Tonk Angels”ı ekledim listeye. Ne olduysa ondan sonra oldu. (Ne oldu?)
İşte, Blues Brothers’da bunlar redneck bara giderler, başlarlar sanatlarını icra etmeye, yuhalamalar vesaire, Jake istifini bozmaz, Rawhide’a başlarlar, ilerlerler, Stand By Your Man’de seyirci darmadağın olur bütün klişeleriyle. Bizdeki “kutsal anne/ kutsal bacı” muhabbeti bu kadar mı olur (Appalachia’lılar Türkmüş aslında, Meluncanları unutun – Appalachialılar diye de bildiğimden yazmadım bu arada, wikiden hillbilly’ye bakıyordum, oradan şey ettim, geldim burada sattım) yahu! Ya bir tane düzgün şarkı yok söz açısından, bir seçki yapmak gerekirse (I forgot more than you’ll ever know’dan başlayalım):
You think you know the smile on his lips
The thrill at the touch of his fingertips Oh but I forgot more than you’ll ever know about him You think you’ll find a heaven of bliss In each caress and each tender kiss But I forgot more than you’ll ever know about him You stole his love from me one day and you didn’t care how you hurt me But you can never steal away mem’ries of what used to be Yes you think he’s yours to have and to hold But someday you’ll learn when his love grows cold That I forgot more than you’ll ever know about him I forgot more than you’ll ever know |
Wouldn’t it be fine if you could say you love me just one time Wouldn’t it be great if you could love me first Wouldn’t it be great hey hey wouldn’t that be great Wouldn’t it be great |
Now I’m in love, I’m in love with a wonderful guy
That’s what’s the matter with me Well, I’m in love, I’m in love with a wonderful guy But he don’t care about me Well, I tried and I tried to keep him satisfied But he just wouldn’t stay But now that he is leavin’, this is all I’ve got to say I got a feelin’ cause I’m blue, oh Lord, since my daddy said goodbye Lovesick Blues |
Oh we’d sit every Sunday and watched the married ladies
And we dreamed of white dresses and church bells in the spring And they talked and painted their nails while they let us hold their babies Sittin’ on the front porch swing Where was I when the time came to join the married ladies Sittin’ on the front porch swing |
You’ve hurt me enough today
You say our love is over That you have found another You say you’re going away But leave me tomorrow Put it off until tomorrow |
Bu kadar şarkıdan sonra bir tane de anti-tez sayılacak bir şarkı var (yerseniz):
As I sit here tonight the jukebox playin’
The tune about the wild side of life As I listen to the words you are sayin’ It brings memories when I was a trusting wife It wasn’t God who made Honky Tonk angels It’s a shame that all the blame is on us women It wasn’t God who made Honky Tonk angels It wasn’t God who made Honky Tonk Angels |
Şimdi diyeceksiniz ki, hah hah hah, ne komik, hepimiz gülelim bu güneyli kızlara, haydi Sururi, önce sen.. Ya, Gülşen Abi’nin bir bölümünde, bunun asistanını -neydi ki adı? ilk versiyon, sonradan gelen uzun boylu değil- hipnotize ediyorlardı, “özüne dön… özüne dön…” diye de “Döndim da!” diyordu, kopmuştum, işte ben de benzeri bir minvalde, bir anda nasıl da böyle bir şeyin özlemini çektiğimden vs.. dem vururmuşum! Ama benim gibi konuya denizler altında 20000 fersah uzaklıktaki birinin anlayabileceği kadar anlıyorum sanıyorum, yani o Honky Tonk masumiyeti (insert : şaka etmiyorum… şaka etmiyorum… by Cücü). Yani Blues Brothers (Bruğs Liğ) izlerkenki Stand by Your Man’e gülmüştüm ama bu 3 hatunun albümünün sonuna gelip de şaka gibi gelen bir basitlikteki “I Dreamed of a Hillbilly Heaven”ı dinlerken tüylerim diken diken oldu, ben bile inanamadım.
Bu kadar lafın üzerine yapacak işiniz yoksa, A Praire Home Companion filmini edinin, izleyin, ondan sonra konuşalım. Hele de oradaki Meryl Streep – yine hatırladım işte!
Bir de, Neko Case’in yaptığı müziğe niye “alternative country” deniyor diye düşünüp, besteden değil de, güfteden olduğu sonucuna varmıştım, bir kere daha bu fikre kanaat getirdim (nerede bu yukarıda alıntıladığım sözler, nerede mesela bir Favourite, bir Knock Loud; Alone and Forsaken; Blacklisted, ….)
kısa kısa part deux es machina but not in folie à deux
(deux es yazınca da kulakları çınlasın, axe me liz lemon! gibi oldu)
hayranlarımızdan gelen yoğun istek üzerine (ya da başka bir deyişle, vita longa zaman brevis), işte yine yeni bir kısa kısa girişle karşınızdayız. Şimdi özetler (and now for something completely different — ah, iyi oldu bunu hatırladığım, ilgili resim koyayım: resimli blogların okunma yüzdesi daha çok oluyormuş, kaldı ki, çıplak bir piyanist şüphesiz beşe katlayacaktır popüleritemizi).
meren’e : Parks and Recreation Ofise vaktiyle, hele de “gaydar” (geydar okunur) muhabbetinden sonra, Bengü’yle bir bakalım demiştik, baktık, sarmadı, vazgeçtik. Sonrasında herkesin yazıp söylediği, “evet, ilk sezon biraz bayıyor ama onu atlatınca yarın deniz..” geldi ama biz o güne ulaşamadık. İşte dizi ararken bunu bulduk dün, ilk iki bölümü seyrettik, çok hoşumuza gitti, ofisle aynı amcalarınmış. Ayrıca az evvel öğrendim ki başrolde oynayan Amy Poehler, hastası olduğumuz Will Arnett’ın (Arrested Development’ın Job’ı) zevcesiymiş.
gürer’e : Lost amcaları ve the Dark Tower Neslihan, Brian ve Hande bizdeyken aklıma gelmişti — Kara Kule’yi iyice benimsemişiz ama aslında Dark Tower. Bilmem ki nasıl çevrilir (“Üçün Çizgileri” 8P). Yerinde çeviri yani, hakkını yemiyorum ama hiç o nüansın farkına varmamıştım, değişik oldu. Bildiğiniz / bilmediğiniz üzere, Lost’u yapan amcalar Stephen King’in hayranları oluyorlar kendileri onlar (çok da alakalı değil ama misal bkz. Lost in Langoliers). İşte, bizim Steve de, Lost’tan etkilenmiş olacak, almış bu gençleri karşısına, demiş ki “Eğer Kara Kule’yi siz çekecek olursanız, ben size yayın hakkını sembolik olarak 19$’a (vardır bir sebebi meblağın elbet) devrederim.” Onlar da çok sevinmişler, Stephen’ın elini öpmüşler, ve eklemişler “Ağabey, çok sağol, onur duyduk, ammavelakin şimdi günümüz gecemiz Lost’la geçiyor, onu bitirir bitirmez başlarız müsaadenle… hem de onu şanına yakışır olarak çekelim, 7 film yapalım.” demişler. Buradan anlıyoruz ki -bence- önümüzdeki sezon Lost’ta “King” soyadlı bir amca peyda oluverecek — bir de bunlar garanti S. King 7 seneye kalmaz, üzerine uçak düşer müşer diye bence kendisinin olduğu ilgili bölümleri mavi perde önünde çekiyorlar bile. Bitti.
onurküçük’e : MazharFuatÖzkan dinleyesim geldi benim bugün, özellikle de “Nerdeyiz” parçasını. Yanımda yoktu haliyle, aradım taradım, arkadaşlar sağolsun (“Arkadaşlar iyidir” – Tabutta Rövaşata’dan), dinleyeceğiz elbet. Sertab Erener’in yorumunu da severim ben, onu dinledim bir müddet. Şarkı hangi albümlerindeymiş diye bakınırken gördüm ki “Geldiler” albümünde yer almış (eMeFÖ başlıyor aynen kasette) sene 1992, ben 15 yaşındayım. 15 yaşında sevilir o albüm ama şimdi yakışmıyor tabii, ama sonra da diyorum ki, MazharFuatÖzkan başka şey, eMeFÖ başka bir şey. Ece’ye bu aralar Barış Manço dinletiyoruz, işte “Arkadaşım Eşek”, “Nane Limon Kabuğu”, “Domates Biber Patlıcan” gibi didaktik döneminden — o şarkıları da ben böyle topluca abidik gubidik albümlere doluşturduğunu sanagelirdim (sarı gelin), hayır, heyhat, o da öyle değilmiş. Misal “İşte Hendek İşte Deve” ile “S.O.S. Aman Hocam” Değmesin Yağlı Boya (1986)‘da; “Arkadaşım Eşek” ile “Alla Beni Pulla Beni” ve “Gülpembe” Sözüm Meclisten Dışarı (1981)‘da; “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa” ile “Anlıyorsun Değil Mi?” ve “Aynalı Kemer İnce Bele” Yeni Bir Gün (1979) albümlerinde birlikte durmuşlar.. Bunlar eski örnekler, sonra 7’den 77’ye olayıyla ibrenin ucu çocuklardan yana iyice kaçıyor: “Nane Limon Kabuğu”, “Zehra”, “Anahtar” ile “Affet Beni” ve “Sakız Hanım – Mahur Bey” Sahibinden İhtiyaçtan (1988); “Domates, Biber, Patlıcan”, “7’den 77’ye / Delikanlı Gibi” (oyoyoy!), “Günaydın Çocuklar” ile “Kara Sevda” ve “Can Bedenden Çıkmayınca” Darısı Başınıza (1989) albümlerinde. Ondan sonra kopuyor olay zaten (Mega Manço (1992), Müsaadenizle Çocuklar (1995)). Fikret Kızılok bile dışında değildi bu işin, aklıma geldikçe kızarım: Yana Yana’yı (1988) dinlersiniz, kasedin A yüzü İnişlerim Çıkışlarım gibi harikulade bir şarkıyla biter, arka yüzü çevirirsiniz, tokat gibi “Why High One Why” başlar yani buraya kadar dinlediğinize pişman eder sizi (Zangief in kafa üstü oturtmasına benzer). Bendeki Fikret Kızılok kasedimin boş kısımlarına Whale’in “Hobo Humpin’ Slobo Babe”inin en civcivli kısmını çekmiştim (son 20 saniye), o da B yüzünün son şarkısı “Ben Gidersem”in ardından soğuk duş etkisi yapardı (silkiniş! Am I Evil? Yes I am – Metallica dinlediydim geçen hafta paso bir gün, dünü de -ve bugüne de sarktı- Queen günü yaptım, ne kadar mutlu mesut bahtiyar zeki müren oldum — oooh looove, oooh loveeeerbooooy! what’re you doin’ tonight, hey boy 8). Bir de yazarken bunu da yazacaktım demin, metallica referansı rayımdan, yörüngemden çıkardı: Birkaç gün evvel nihayet aklıma getirip, yıllarca bir türlü erişemediğim Whale’in 1988 tarihli “All Disco Dance Must End In Broken Bones” adlı ikinci ve nihai albümünü bulup tadına baktım, hiç olmamıştı, üzüldüm (sözüm size Yeah Yeah Yeahs! It’s Blitz! hezimetinden sonra bir tek şansınız daha var, bir daha uyarmayacağım, iki.).
eki’ye : Kath & Kim bu da Parks and Recreation ile eşzamanlı olarak varlığını öğrendiğim diğer diziydi — Ofis ve Life in Mars benzeri, yurtdışında (bunun geldiği yer Avusturalya) tutulan bir dizinin uyarlamasıymış. İlk bölümü başladık seyretmeye, çok şaşırdık. Nasıl yani? Boş. Ya, hani o kadar anlamsız /boş bir dizi olur, dersiniz ki “hiçbir şey bu kadar boş olamaz, kesin bize bir şeylerin göndermesini yapıp duruyor, kaçırıyoruz” ama aslında hakikaten bir şey yoktur, siz bir-şeye-benzeyerek-benzediği-şeyin-acımasız-fekat-zeka-dolu-eleştirisini-yapıyor sanın istediğiniz kadar, yok öyle bir şey. Yani başrol oyuncularının 3/4’üne (şu taze damadı oynayan çocuğu tanımıyordum bir tek) saygısı olan bir insan, bir kardeş olarak üzüldüm. (Ben 28 yaşındayım, Uygar benim ismim.)
evet, pardusçulara, ex-pardusçulara kolay gelsin bu civcivli günlerde. (that was the something completeyle different part, ne oldu, beğenemedin mi dört göz? 😛 8).
sonradan edit: emir’e de Futurama’nın Comedy Central’la 26 bölümlüğüne anlaştığını yazacaktım (sonradan öğrendim ama öyle yazıyorum işte) ama Pardus’la bir bağlantısı olmadığından yazmadım (aslında niye yazmadığımı artık biliyorsunuz siz değerli parantez içi okurları!).