Herkese merhabalar – önce hemen iyi haberi vereyim: Nihayet İspanya vizem çıktı!
Bu sabah Amsterdam’a, İspanya konsolosluğuna gittim, işte pasaportu verdim, “Saat ikide gelin alın” dediler, ancak hazırlarlarmış. “Peki, sorun değil, dolaşırım (bir üç saat), gelirim yine” dedim ben de, tam çıkıyordum, ikinci bir memur geldi, benimle ilgilenen memura (bilin bakalım hangi dilde) bir şeyler söyledi, benimle ilgilenen memur da yüzünü biraz astı, “Şey,” dedi, “2’ye yetişmezmiş, siz iyisi mi yarın gelin, hazır olur, iki dakikada alırsınız – sizden kaynaklanan bir şey değil sorun, sizin vize oldu bitti çünkü, içiniz rahat olsun” dedi, ben ona da “peki” deyip, trene atladığım gibi güzeller güzeli Delft’e döndüm.
Zaten sorun çıkmasa şaşardım, böyle bir macera oldu. Tahminim odur ki, İspanya’nın Hollanda Konsolosluğu’nda ilk defa vize basılacak, akşam geç vakte kadar vize aletinin kılavuzunu çalışacaklar.. 8) (tamam, bu işin şakası yalnız, gerçekten de, vize başvurusunda bulunmam, işte evrakları teslim etmem 5 dakika, memurun bana vize için spesifik fiş kesmesi 15 dakika sürmüştü). Artık yarın alacağım inşallah, neticeyi de yazarım yine.
İşte, işlerde bir aksilik olmazsa salı günü (Pand)İspanya’ya uçma niyetindeyim. O yüzden burada sonlarımı yaşamaya başladım (mesela bugün son çarşambamdı, son kez Ece’nin milkshakecisinden patates aldım (sanırım)). Bizim buraları merak ederseniz, Google, street view’a eklemiş, Delft’in haritasına bakarken o zoom ayarının oradaki turuncu adamı sürükleyin, koyun bir sokağa, dolaşın birlikte… Macera arayanlar için de, ilk sene oturduğumuz evin adresi Oude Delft 75, rengi beyaz; ikinci sene oturduğumuz ve benim şu anda bu satırları bizzat içerisinden yazmakta olduğum adres de: Oostsingel 56, penceresinde güzel çiçekler duran ev.
Eskiden, ortaokuldayken ben, bol bol macera (adventure) oyunu oynardım. Gerci son iki senedir text adventure olayına yine sardırdım. Violet’i ya da mesela Everybody Dies’ı özellikle tavsiye ederim (bunlar 2008’in sırasıyla 1. ve 3. seçilen Interactive Fiction (IF) oyunlarıydı). İşte o zamanlar iki uç ekol vardı adventure oyunları arasında: Sierra ve LucasArts ekolleri. Sierra’nın oyunlarında yanlış bir şey yaptıysanız ölürdünüz – açık ve net. Sonra tekrar yükle en son save’den (oyunları yüklerdik (load) ama save ederdik bu arada, dilbilimci arkadaşların dikkatine), başka bir şey dene, vs… Lucas’ın oyunlarında ise, siz ilgili bilmeceyi çözene kadar oyun ilerlemezdi, NPC’ler çeşitli bahaneler bulurlardı neden işlerin ilerlemediğine dair, size de bütün gittiğiniz yerlere tekrar gitmek, daha bir dikkatli bakıp kaçırdığınız şeyi bulmak kalırdı. İşte mesela oyunun hemen başında bir tren istasyonu vardır, bilirsiniz ki, bir şekilde bu şehirden illa ki ayrılacaksınız, ama tren gelmez, gider sorarsınız memura “raylar bozulmuş, onarıyorlar…” cevabını alırsınız. Sonra hapis kaldığınız şehirde bütün sorunları çözersiniz, kızları kurtarırsınız ya da gizli gerçeği öğrenirsiniz, sonra bir uğrarsınız ki istasyona, aaa! tren gelmiş, sizi bekliyor, kalkmak üzere. Binip, bir sonraki yere ilerlersiniz.
Ben de işte, son birkaç haftadır, acaba burada neyi yapmayı unuttuğumu düşünmeye başladım – bir türlü bir sonraki bölüme geçemiyorum, burada da bir gelişme olmuyor… Bir şeyi yapmayı mutlaka, mutlaka unutmuş olmalıyım.. Rutine binmesin diye, işte aslında oyuna doğrudan bir etkisi olmayan, oyunda hiçbir değişiklik sağlamayan ufak ilerlemeler oluyor. Bakalım, inşallah bu zinciri kıracağım yarın vizeyi alıp, haftaya yeni seviyeye ilerleyerek.. 8)
Sevgi, saygı, karamel (ya da arzuya göre tarçın),
Çokoprenssss.