Hiçbir zaman görmediğimiz film sahneleri projeleri:
1. Adamla 1. Kadını görürüz. Adam kadına “Karımdan yakında boşanacağım, ondan sonra hemen evleneceğiz” der. 2. sahnede Adam 2. Kadınla konuşmaktadır, “Bir başkası var, boşanmak istiyorum” der, 2. Kadın da cevap verir: “Eğer bir başkası varsa, zaten bitmiştir her şey, peki, boşanalım”. 3. sahnede Adamla 1. Kadın’ı evlenirken görürüz.
2.1 Kahraman Adamla, Kahraman Adamın yardım etmeye çalıştığı Kadını Kötü Adamlar yakalamışlardır. 2 Kötü Adam vardır: Asıl Kötü Adam ve Yardakçı Kötü Adam. Kahraman Adamla Kadını bağlamışlardır. Asıl Kötü Adam sahneyi terk etmeden önce Yardakçı Kötü Adama “kaçmaya çalışırlarsa öldür” der ve çıkar. Kahraman Adamla Kadın, Yardakçı Kötü Adama fark ettirmeden aralarında mesajlaşırlar, sonra Kadın, Yardakçı Kötü Adamın dikkatini çeker, ona kur yapar, o sırada Kahraman Adam iplerden kurtulmaya çalışmaktadır. Yardakçı Kötü Adam bu uğraşı fark eder ve Kahraman Adamı başından vurarak öldürür, Kadın’ın yüzüne kan ve başka bir takım şeyler sıçrar, kadın çığlık atmaya başlar.
2.2 Kahraman Adamla, Kahraman Adamın yardım etmeye çalıştığı Kadın hızla suyla dolmakta olan bir tuzağa düşmüşlerdir. Kahraman Adam yukarıda su akışını durduracak bir mekanizma fark eder, mekanizmayı aktive etmek için taş atarak hedefi tutturabilmesi gerekmektedir, sadece bir şansı olacaktır. Taşı atar, tutturamaz, ikisi de boğulurlar.
2.3 Kahraman Adamla, Kahraman Adamın yardım etmeye çalıştığı Kadını bir odaya hapsetmişlerdir. Odada yalnız başlarına kaldıklarında, Kahraman Adam kaçabilmelerini sağlayabilecek bir mekanizma fark eder, mekanizmayı aktive etmek için iki şansı vardır, ilkinde başaramaz, ikincisinde de başaramaz. Çaresizce hapsedildikleri odada beklemeye devam ederler.
2.4 Kahraman Adamın bombayı etkisiz hale getirmesi için doğru kabloyu kesmesi gerekmektedir; yanlış kabloyu kestiği vakit bomba patlayacaktır. Yanlış kabloyu keser, bomba patlar Kahraman Adam ölür.
Edebiyat:
1. Kötü Kalpli Adam, kendisinin sadece meydandaki taşa saplanmış kılıçla öldürülebileceğine dair bir söylenti yayar, o kılıcın etrafına da adamlarını gözetleyici olarak koyar. Kılıcı çıkarmaya gelen kahramanlar ne olduğunu anlayamadan öldürülürler.
2. Kötü Kalpli Adam, kendisinin sadece meydandaki taşa saplanmış kılıçla öldürülebileceğine dair bir söylenti yayar, kılıcı ancak onu gerçekten hak eden (/yüreğinde sadece saf duygular olan) kahramanlar yerinden çıkarabilecektir. Kılıca dokunan anında ölür çünkü bilinmez bir çağdan kalan sürekli bir akım kaynağına temas etmektedir kılıç.
3. Ortada Kötü Kalpli Adam filan yoktur, sadece bir taşa saplanmış bir kılıç ve kimsenin bilinçlice yaymadığı fakat neticede varolan bir “hakkaniyet sahibi olan kimse bu kılıcı çıkarıp adalet dağıtacaktır” söylentisi mevcuttur. Kılıç, bir önceki durumda olduğu gibi, yine bir sürekli akım kaynağına temas etmektedir.
Sonsöz:
Hayat bir macera oyunu değildir, bir film değildir, bir roman değildir. Hayat adil değildir. (Schopenhauer ladies and gentlemen!..)
Bir tane de benden… — “Kötü Kalpli Adam, kendisinin sadece meydandaki taşa saplanmış kılıçla öldürülebileceğine dair bir söylenti yayar, kılıcı ancak onu gerçekten hak eden (/yüreğinde sadece saf duygular olan) kahramanlar yerinden çıkarabilecektir. Kılıca dokunan anında ölür çünkü bilinmez bir çağdan kalan sürekli bir akım kaynağına temas etmektedir kılıç. Sonra bir gün lastik tabanlı parmak arası terlik giyen, zibidi tipli bir adam gelir. Kılıcı taştan çıkarır. Kötü kalpli adama saldırır. Kötü kalpli adam zibidiyi kılıçla ince ince doğrar.”
amin — …amen to that…
“Tarih göstermiştir ki”*, halkın kurtarıcı diye bellediği(/bu görevi yıktığı) kişi, başarısızlığa uğradığı anda “aaa bu değilmiş” denip, önümüzdeki maçlara bakılır. Yahu, “bu cts kıyamet kopacak” deyip, mürit toplayıp, sonra da cts günü kıyamet kopmayınca, “yanlış hesaplamışım, haftaya kopacakmış” (GOTO 10)** yapabilen ve akabinde daha da fazla mürit toplayan yaşam formlarının barındığı bir gezegenden yayın yapıyoruz.
* Misal bkz. “Tahakküm ve Direniş Sanatları” / J.C. Scott, Ayrıntı Yayınları’nda bahsi geçen “Kurtarıcı Çar” vakası (çok kötü bir kitaptır bu arada), yahut Jean d’Arc (ve Zümrüt-ü Anka kuşu).
** Bu noktada, bir kez daha saygıyla Arthur C. Clarke’nin “The Nine Billion Names of God”ını anarız tabii ki.
Başlıksız — Kahraman yağmurlu bir gün dolmuşla evine giderken ineceği yerde şoföre seslenir şoför duymaz ,bir daha seslenir şoför yine duymaz ve şoförün yanına gider omuzuna vurur dolmuşçu oralı olmaz , adamı çekiştirir adam yine tepki vermeden yola devam eder . Arkadaşına dönüp dolmuştaki insanlara seslenir “niye duymuyor!?” diyerek ama kimse kahramanın yüzüne bile bakmıyordur ve o an kahraman anlar ki aslında kendisi yoktur.
ya da. — Yıldızlar-arası yolculuk yapacak teknolojiye henüz ulaşmamış ütopik bir medeniyet, güneşlerinin yakında (diyelim 500 yıl) süpernovaya dönüşeceğini fark eder. Önce yıldızlar-arası yolculuk yapabilmenin yolunu ararlar, sonra fark ederler ki böyle bir şey -fizik kanunları açısından- mümkün değil. Bir araya gelip, şimdiye kadar başardıkları, buldukları, çözümledikleri bütün o güzel şeyleri ve kültürleri hakkında en derin bilgileri içeren bir kolleksiyon hazırlarlar. Bu kolleksiyonun bir (beş, elli) kopyasını mekiklere koyup, uzaya fırlatırlar, birkaç tanesini de güneş sistemlerindeki en uzak gezegenlere ve uydularına yerleştirirler. Kendilerinin yok olacaklarını kabullenmişlerdir, artık tek umutları hatıralarının, varlıklarının izlerinin geriye kalmasıdır, böylelikle başka bir medeniyet onları bilebilecektir.
Süpernova nihayet gelip çatar:
a) Bütün mekiklere ve sistemindeki bütün gezegenlere erişip yıkıcı bir etkide bulunur: geriye onlara dair hiçbir şey kalmaz.
b) O medeniyet, evrende olmuş ve olacak olan yegane topluluktur: geriye hiçbir şey kalmaz.
Esinlenilen kaynaklar: Genel olarak ve a şıkkı için Arthur C. Clarke’nin “The Star” adlı kısa hikayesi; b şıkkı için, yine Arthur C. Clarke’nin, bir kez daha “The Nine Billion Names of God” adlı kısa hikayesi.
Depresif — Hay allah Emre bey, bana vaktinde bolca takdim ettiğiniz nano kemanlardan kenara ayırdığım bir paket vardı, bu durumda size onu yollayayım bari.
Edebiyat olayına katılmıyorum, ne okuduğuna bakar. Mesela şu anda okuduğum kitabımın kahramanının bacağı koptu, iki gün önce bulduğu gerçek aşkını gönderdi, arkadaşının onu vurma teklifini reddetti, çünkü çok şanslı bir herif kendisi, bacağı koparken sinir at tarafından ezilmiş, acı hissetmiyor. Gelen birlikler aptallık edip de havan topu kullanmak yerine direk yoldan gelirse kafasına el bombası yiyene kadar bir iki kişi daha götürebilir.
Bir de müthiş 3.person pill kısa hikayesi vardı. Bilimkurgu, yakın gelecekte geçiyor. Hapı yutan yaşadığı olayları hikaye okurmuş gibi algılıyor. Bütün hikaye boyunca bu hap aracılığı ile silah altına alınmış kahramanımızın hikayedeki hangi karakter olduğunu keşfetmeye çalışıyor, sonu ise ‘… ise arkasındaki askeri farketmemişti, asker bir el bombası fırlattı (boş sayfa)’
Film olayına da katılmıyorum, aynı sebep: Leziz bir portekiz filmi izledim geçenlerde, ismi “uyan” gibi birşeydi galiba.
Anime derseniz, eh, hiç başlamayalım.
Öteki tür filmler çoook yapmacık geliyor artık (Bkz:2012 fragmanı). Ben çoktan kırılmışım demek ki…
deborah. — ilk aşkınızdır, çocuksunuzdur tanıştığınızda. arkadaşsınızdır hep ama aranızda bir şeyler de vardır, ikiniz de bilirsiniz, o başkalarıyla birliktelikler yaşar, siz başkalarıyla. sonra saçmasapan bir sebebin vesile olduğu büyük bir kavganın ardından bir küskünlük başlar. saçmalığın işaret ettiği gerçeği kavrayıp bir masaya oturursunuz, 35 yaşına gelince evlenmeye söz verirsiniz, bir daha bunun lafını etmezsiniz. iki taraf da etmez, 2000 yılı gelip çattığında yolun oradaki çeşmenin önünde, saat 2’deki buluşmaya kimse gitmez. I said let’s all meet up in the year 2000. Won’t it be strange when we’re all fully grown. Be there at 2 o’clock by the fountain down the road. I never knew that you’d get married. I would be living down here on my own, on that damp and lonely Thursday years ago. Oh what are you doing Sunday baby. Would you like to come and meet me maybe? You can even bring your baby. Ohhh ooh ooh. Ooh ooh ooh ooh. What are you doing Sunday baby. Would you like to come and meet me maybe? You can even bring your baby. Ooh ooh oh. Ooh ooh ooh ooh. Ooh ooh ooh ooh. Oh…
Pulp, Disco 2000 ama bunu asıl Nick Cave’den dinlemek lazım.
daha da — * Kahraman yağmurlu bir gün dolmuşla evine giderken ineceği yerde şoföre seslenir şoför duymaz, bir daha seslenir şoför yine duymaz ve şoförün yanına gider omuzuna vurur, dolmuşçu “Ne var birader?” der, adam “Elli kere seslendim duymuyor musun?” der, dolmuşçu “Yeter ulan sabahtan beri bu ellinci!” der, sağa çeker, adamı döver; yoldan gelen diğer dolmuşçular da durur, onlar da döverler. (O kadar da yaratıcı bir hikaye olmadı aslında, bakın daha iyisi de var: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/3982904.asp?m=1&gid=69)
* Yıldızlar-arası yolculuk yapacak teknolojiye henüz ulaşmamış ütopik bir medeniyet, güneşlerinin yakında (diyelim 500 yıl) süpernovaya dönüşeceğini fark eder. Kimse sallamaz. Güneş süpernovaya dönüşür, ölürler. (İlginç bir şekilde son gün bile gayrimenkul fiyatları artmaya devam eder.)
* İlk aşkınızdır, çocuksunuzdur tanıştığınızda. Arkadaşsınızdır hep, arada bir yazar gibi olursunuz ama kız yüz vermez. Sonra büyürsünüz gene yüz vermez. Başkasıyla evlenir. Bir de düğünde altın takmanız gerekir.
* Ya bir de Star Trek’te de, XKCD’de de, Fountain’da dönen bir muhabbet vardı, aşağı yukarı şöyle: Asıl kahraman ölür. Hemen ardından ölümsüzlüğü bulurlar.
(500) days of summer — Hep filmlerde gördüğümüz gerçek hayatta pek görmediğimiz bişeyden bahsedebilir miyim ben? Yeni izledim “(500) days of summer” – “aşkın 500 günü” olarak çevrilmiş. Güzel bir seyirlikti, sırıtış, surat asış, sırıtış, surat asış, sırıtış… şeklinde izledim filmi.
Terk eden insanlar gelip dertlerini anlatmazlar mesela gerçek hayatta, tek dertleri söyleyip kurtulmaktır, “eski sevgiliyle arkadaş olunmaz”mış çünkü. Dünyada bi sürü sorun varken bundan dert yanmak aptalca ama, anlatılmayan, konuşulmayan, kaçınılan bu durumun benim hayatımda öyle bir zaman kaybı oldular ki.
500+ — Ne kadar ilginç bir şey olmalı “Summer” ismindeki bir karakterin olduğu bir filmle ilgili bir yorumun “Autumn” lakabıyla yapılması (Ayrıca ne kadar güzel bir lakap olmuş. Hollandacası “Herfst” – başta ağzı doluyken konuşan bir insanın söylediklerini çağrıştırsa da, yeterli zaman mekan ve imkan tanındığı takdirde insan içindeki hüzne bir kez daha vakıf olabiliyor).
Filmi seyredemedim daha ama fırsatım olunca izleyeceklerim listesinde (The Reader; Rec; Primer; The Brothers Bloom; The Limits of Control; Whatever Works; Irene in Time; An Education; Fantastic Mr. Fox). Fragmanını seyrettim, o sırada zaten Smiths‘le vurdu beni. Bekliyoruz işte, bir de Boys Don’t Cry.
Sevgilerle.
ee? — Life’s a bitch and then you die. ee ne oldu yani?
Cvp: ee? — Tam da o oldu Yağmurum, öldük işte ne yazık ki.. 8l
saat — Filmde once bir komidinin (komodin?) uzerinde durmakta olan, 7.59’u gostermekte olan dijital bir saat goruruz, kamera biraz geri zoom yapar, komidinin yaninda bir yatak, yatakta uyumakta olan bir adam vardir. Kamera saati ve adami kadraja alacak sekilde odaklanir. Dijital saatin imleci yanip soner, yanip soner. Boyle devam eder, 4 dakika gecer, adam yavastan uyanir, kalkar, gerinir, yatagin ve kadrajin disina cikar, biz hala saate bakmaktayizdir. Iceriden bir lamba yanar, isigi hafiften duser, su sesi duyariz, bizse hala 7.59’u gostermekte olan isbu saate bakmaktayizdir.