Dün, herhalde bir yılı geçmiştir, işte o kadar uzunca bir süredir elimizde bulunan 2 Days in Paris‘i nihayet seyredebildik. Altyazı insanı olduğumdan, filmin hiçbir yerini kaçırmayayım istiyorum… Bu filme de bir türlü cuk oturan bir altyazı bulamamıştık hiç (hem Fransızca hem de İngilizce gidiyor film). Nihayet bir tane bulduk da seyredebildik ve çok eğlendik. Hayranı olduğumuz Before Sunrise / Sunset’in çekim alanından bir hayli uğraşarak da olsa kurtarmayı başarmış Julie Delpy, sırf bu yüzden bile film başarılı sayılabilir. Gerçekten de benzer/kıyas yapılabilecek bir minval üzerinden film çekebilmek cesaret işi ama rahat bir nefes alabilirsiniz: film bittiğinde özgünlüğe dair baştaki şüphelerinizin hiçbiri gerçekleşmemiş oluyor. Ayrıca son derece eğlenceli idi. Birçok arkadaşınızın karakteristik özelliklerini filmde görebilirsiniz!
Gelelim ikinci filmimize, bunu bugün seyrettik : El orfanato. Hani e-postalarla gezinen bir tespit vardı, işte “Dünyanın en iyi rapçisi beyaz, en iyi golf oyuncusu siyah (bir de bir şey daha vardı)…” onun gibi özelliklere sahip bir film idi bu da. Bu dünyanın çivisi artık nasıl çıkmışsa, söyleyin kuzum, ne zamandan beridir bir korku filmi
i) ülkesi tarafından en iyi yabancı film oskar adayı olarak gönderiliyor?
ii) sonunda gözünüzü yaşartıyor?
iii) goyaları silip süpürüyor?
Film güzeldi, iyiydi, referansı (P.Pan) yerinde ve oturmuştu.
Neyse, çok seyreden mi bilir, çok yazan mı, yeter bu kadar, sevgiler saygılar kuşağı..
Hamiş: Öbür mesajlarda değindim mi, hatırlayamadım ama üç film (Atonement, Otesanek, Orfanato), üç cases of the how cruel the kids can get (/really are)