house 411

lost 401 hala aynı jack, hala aynı kate, olmuyor böyle, bu arada, flash forward’larda tekrar adaya gidecekler anlaşılan, çok sevindim, Stephen King’in IT tadı olacak çok zügel çok zügel. House’un 411’ü çok güzeldi, hani şu güney kutbunda geçen, mira sorvino! Baktık sonra en son Mighty Aphrodite’de görmüşüz herhalde ona rağmen çok tanıdık, belki olayı budur, çok tanıdık olması, neden olması(n)? Ayrıca bir de aklıma Echobelly’den “Insomniac” geldi, echobelly’m geldi mamafih Türkiye’deki dvd’lerden birinde kalmış. Yardım youtube yetişti. Bir de bir de echobelly gelince smiths de vardı zaten bütün günlerdir bir şekilde aklımda, servisteki “şu” ile “şu” geldi sırasıyla (nu?). Bisiklete biniyorum güzel burada havalar, Levent haftasonu Eymir’de çekilen resimler göndermiş, Eymir buz tutmuş öyle böyle değil. Edip Cansever (bir de)


Vaktim yok görüşmeye kimseyle
Ruhi Bey!
Kendimle bile, kendimle bile.
(Olmaz ki, kimse kimseyi sevemez
Ama hiç kimse.)

Insert alakasız resim here: Alınız:

Vadym, Andy ve Sururi, 20080125

Guitar Hero III

Barış’la hep konuşurduk öteden beri. Sonra IT Crowd’da da oynadılar. Guitar Hero III, bir geek’in istediği her şeyi veriyor, mutlaka oynanmalı. Klavye herhalde joystick-gitarın yerini tutmuyordur ama öbürünün tadını bilmediğimden pekala oynanıyor… Şarkı eklenememesi (/teoride eklenebiliyor olsa bile pratikte imkansız olması) kötü (Frets on Fire demeyiniz bana, kötü yaw o, python bu işlerde sucks diyeyim ben bir de. Python’la ekşın oyun kodulması yasaklanmalı).

Sonuçta, oynayınız, oynatınız, Guitar Hero III. Bizim hane halkının çoğu oyunun hastası oldu bir de bu arada. Normalde her dinlediğim şarkıda bana sesi kıstıragelmiş olan bir BYT, şimdi o günler hiç yaşanmamışçasına jın jınlıyor fütursuzca (mesela hemen yanımda, hem de saat 01.00 iken). Uykusuz her gece.

(Dee, aslında tam senlik oyun, geek dediğime bakma, geek’lik yeter şart ama gerek şart değil!)

Ayrıca bilgisayarların nasıl da işgal altında olduğunun resmidir Şekil B. Bengü o kadar dalmış ki, boyut kapısını yine açık unutmuş, feci cereyan oldu o gün:

Bengü Boyut Kapısı Taşcı İki Kompodor

eski ofisim yeni ofisim sim simi sim sim…

Sims’in “Cast Away” eklentisi çıkmış ama Bengü’nün de dediği gibi, “bir 5 yıl, daha da doğrusu 2 yıl geç kaldılar”.. Nitekim, bilindiği üzere 5 senedir Sims’i, son iki senedir de bizzat Sims 2’yi gerçek hayata uyarlamaya çalışıyoruz ve ne yazık ki halen “rosebud” hilesinin bu hayattaki muadilini keşfedemedim.

Gelelim ofisim eklentimize. Biraz garip olarak, geçen haftaya kadar, ben, hocam ve diğer postdoc Andy hocamın odasını paylaşıyorduk. Öyle pek ateşli tartışmalar, görüşmeler, gelişmeler filan beklemeyin, çoğu kez bir günaydın, akşam bibi, hepsi o kadar ama hakikaten verimli geçiyor. Sanırım ileride hoca moca bir şey olabilirsem asistanlarımdan da aynı şeyi isteyeceğim – ya da daha insaflı olup ilk üç ay boyunca mesela, yine mesela haftada üç gün sabahtan akşama benim ofiste geçirme zorunluluğu getireceğim… Korkunş görünüyor ama müthiş bir motivasyon sağlıyor. Hocanın ofisi yeterince büyüktü belki ama üç kişi olunca, ben de en son gelen üçüncü kişi olunca aşağıdaki resimde gördüğünüz masanın, size en yakın ucunda konuşlanıyordum:

Ofisim pre : 8D-04-07

Geçen hafta sonunda yeni ofis alanıma taşındım. Denize (göle) nazır, nefis bir şey (maşallah):

Ofisim post : 8D-02-0D

Ofisim post : 8D-02-0D

Ofisim post : 8D-02-0D

Ofisim post : 8D-02-0D

Görüldüğü üzere semi/pseudo-kübikıllar şeklinde yaşayıp gidiyoruz. Ortam daha çok kütüphaneyi andırıyor. Güzel, yorulunca/sıkılınca acaip rahat, alienware koltuğuma yüklenip, ellerimi başımın arkasında kavuşturup, suyu seyre dalıyorum. Hayat güzel, çok şükür, hamd olsun. (amin 8)