Bengü ve Ece. Az evvel eve döndüm havaalanından. Ece’yle Bengü’yü Ankara’ya yolcu ettim. Utku’nun nikahı için gittiler. Ben de 17’si akşamı İstanbul’a ineceğim, 19’u gecesi de Ankara’ya yola çıkacağım, 24’ünde İstanbul’a birlikte döneceğiz, 28’inde de sabahtan Hollanda’ya döneceğiz (bir aksilik olmaz ise).
Bengü ile Ece buraya ne zorlukla gelmişlerdi. Gelememişlerdi aylarca. Vizede sorun çıkmıştı, vize bir türlü çıkmamıştı. Ne zaman geleceklerini bilemeden sonunda yalnız gelmek zorunda kalmıştım. Şükür ki, benim gelişimden 17 gün sonra kavuşmuştuk birbirimize.
Önce bilette sorun çıktı. THY ilk başta akla geldiği kadar iyi bir havayolu değil. Bengü bütün bilgilerini girdi, bilgilerin doğruluğunu onayladı ve sonra elektronik bilette adının “Bengü Taşcı” olarak yazılmış olduğunu gördü (tam adında yasal olarak kızlık soyadını da kullanıyor ve pasaportta da böyle yer alıyor). Kaygılandı, kuruntu yapmakta olduğunu söyledim, yine de bir teyit edelim dedik, THY’ye e-posta ile durumu sorduk ve hiç beklemediğimiz bir cevap aldık: Mutlaka bileti cezalı olarak iade edip, yeni bir bilet almamız gerekiyordu. Halbuki suç bizde değildi, biz bilgileri doğru girmiştik fakat alet son dakikada isim bilgisini Miles & Smiles hesabından okumuştu. Olsun, onları bağlamazdı, bilet cezalı olarak değiştirilecekti. Sonra telefonla sorduk, aynı cevap. Bu saçmalığa iyice sinir olduk, bir haftasonu kalktık Amsterdam Schiphol Havaalanına gittik, oradaki THY ofisiyle konuştuk, “Bir şey olmaz” dediler, biz de zaten bu cevaba dünden razı olduğumuz için daha fazla kurcalamadan eve döndük. Ama yine de bu yüzden bir şeylerin ters gitmeyeceğinin garantisi hiçbir şekilde yoktu elimizde. (Ayrıca, unutmadan bir şey daha THY ile ilgili: Eğer biletinizi kredi kartı ile aldıysanız, kredi kartı hamilinin de check-in yaptırırken yanınızda olması gerekiyor.)
Sonra bambaşka bir yönde bambaşka bir gelişme oldu: Bengü ile Ece’nin gitmesine iki gün kala, yani evvelsi gün, öğrendik ki, Hollanda’dan bir de “dönüş vizesi” denen bir vize almak durumundaymışız. Bunun sebebi de, ikisinin de hala oturum izni başvurularının işlemde olması ve pasaportlarındaki geçici oturum izni ile ikame ediyor olmaları imiş. Dün göçmen bürosunu aradım ve telefonla konuşmaktan o kadar nefret etmeme rağmen toplamda 45 dakika olmak üzere üç iç karartıcı boğazına kadar bürokratik konuşma yaptım (“Sadece cenaze gibi acil durumlarda verebiliyoruz dönüş vizesini.” “Eşimin kardeşi evleniyor.” “Biraz bekleteceğim, ilgili arkadaşlara danışmam lazım. (…) Sizin kardeşiniz mi evleniyor?” “Hayır, eşimin kardeşi” “Hah, iyi o halde çünkü ancak 1. dereceden muhataplara izin verebiliyoruz. Kesin bir şey diyemeyeceğim fakat eşinizin izni büyük ihtimalle verilir.” “Peki kızımın? 22 aylık ve annesine muhtaç” “Onu bilemeyeceğim fakat herhalde verilmez. Sadece 1. dereceden yakınlar faydalanabiliyor ama yine de sorun tabii ki” “Yalnız, söylediğim gibi, yarın uçakları kalkıyor…” “Yarın mı? Ah demek yarın” “Evet. Dediğim üzere biz de böyle bir işlemden ancak dün haberdar olduk ve bu yüzden panik halindeyim.” “Ben telefonunuzu alayım, size izni verecek yetkiye sahip arkadaş şu anda toplantıda, o sizi arasın” (Aramadı, ben aradım ama hakikaten bu sorunun çok çok küçük bir parçasıydı)). Muhataplarım çok şükür ki gerçekten iyi, anlayışlı insanlardı fakat şu “biliyoruz ama…”lar vardı tabii bu tür konuşmaların olmazsa olmazları. Yalvar yakar sağolsunlar bu sabaha bir randevu ayarladılar (ki normalde en az 2 hafta bekliyorsunuz randevu için). Sabah oradaydık, şükür kazasız belasız alabildik “dönüş vizelerini”.
Uçağa da sorunsuz bindiler. Allah kavuştursun bizi.
Bir şiir, bir şiirden bir kuple.
Şiir : Oktay Rifat, Karıma.
Şiirden bir kuple :
Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim
Şöyle diyebilirim: gece yıldızla dolu Ve yıldızlar, masmavi titreşiyor uzakta Şakıyarak dönüyor gökte gece rüzgarı. Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim |
gavuristanda olmak bu kadar zor olabilir miydi? — Olayın sonunu başa yazdığın için teşekkür ederim. Yoksa sonunu getirmeye gönlüm elvermeyecekti gerçekten de…
Geçmiş olsun ve Allah kavuştursun, dönüşte de hayırlısı ile dönün inşallah.
gecmis olsun — ve dahi siyuleytiraligeytir, gokhanbey de buralarda olacakti kismetse bu aralar
gurbet vs. — Efendim, elbette Allah kavuştursun, hatta keşke hiç ayrılık olmasa amaaaaa, yahu 10 gün için bu kadar dertlendiğinize değer mi? Yoksa evlilik insanı bu kadar mı duygusal yapıyor? 8-P
hmm… — Az önce annem (artık standart hale gelmiş) yorumunu yaptı: “Avrupa’da Türklere eziyet ediyorlar, engeller yaratıyorlar”.
İşin açıkçası yavaştan kafama yatmaya başlıyor bu yorum, avrupa birliği genişledikçe serbest dolaşım artıyor, serbest dolaşım artıkça bürokratların eli boş kalıyor, e mevcut istihdam ne olacak bu durumda? İş yaratmak lazım değil mi? haydi beyinler iş başına! Her türlü bürokratik mekanizma itinayla icat edilir!
Hehe, takdir etmek lazım, bayağı da başarılılar.
Bir kaç ay sonra bende terler içinde bu tür maceralar yazıyor olacağım, şimdiden gözüm korktu.
Allah kavuştursun, umarım her şey yolunda gider, sende bir an önce sorunsuz bir şekilde gelirsin.
son olarak neden postları hep saat 01:30 gibi yazıyorsun?
cevaplarrrr… — Dee: Bir garip bir şey bu işlemler. Sonuçta oradaki arkadaşlara verdiğimiz şey bir adet hayli gayri resmi bir nikah davetiyesi. Kardeşin yaptığı da, “ahanda bunun çevirisi yok herhalde” “yok malesef, dediğimiz gibi, dün haberimiz oldu” “Bir saniye..” (sahnenin dışına çıkar ama bir Türk arkadaşa gösterdiğini tahmin etmek için loba loba olmaya gerek de yoktur) “oki poki” (that’s it). Beni asıl hayırlısı ile dönüş mevzuusu kaygılandırıyor (for further information, refer to my following reply for Turan).
Kemal Efendi: Oh ne fis olur görkem bey’i de görelim y/g-eri gelmişken. o-la-la o-la-la o-la-la…
Turan: “Sen küçüktün, hatırlamazsın o dönemleri” (ben sanki çok hatırlıyorum). Türkiye buradan göründüğü kadarıyla bu aralar çokpisfena halde bir metastable konumda. İhtimaller ne olursa olsun, Bengü ile Ece’nin ben buradayken memleketsel bir takım açılımlardan ötürü dönememe ihtimalinin varlığı beni uykusuz bırakmaya yetiyor. Kaldı ki, ben oradayken üçümüzün de dönememe ihtimali daha bir yeğlenen olsa da, böyle şeylerin hiç olmaması en güzeli her şeyin dalındası. Pofff.. Yine daraldım.
Barış: Ya, çok ilginç bir şekilde ben burada ırkçı oldum. Ama ters açıdan. Diyeceğim o ki, adamlar da çok haksız değiller. Şimdi hemen burada Mark Twain’in olması lazım, çok sevdiğim bir anekdotu var, onu aktarayım. Bir gün bu arkadaş, kendinden beklenmedik, tam da ters istikamette diyor ki : “Ya kardeşim, bu siyahi arkadaşlar iyi, tamam onlar da insan ama bana bir söyler misiniz, niye bu arkadaşlardan hiç bilim adamı, doktor, süpermen filan çıkmıyor? Baksanıza, istatistikler apaçık ortada…” Millet afallıyor böylesi bir ters köşe golü yedikleri için. Neyse ki Mark Twain kendi sorusunda kendi cevap veriyor (with a suggestion) “Acaba onlara yıllardır ayakkabı fırçasından başka bir şey vermediğimiz için olabilir mi?…” Yani, tamam, bu bariz bir şey – sen onlara işçi statüsünden başka bir şey olma hakkı tanımazsan, eğitimlerine katkıda bulunmazsan, ne bekliyorsun. Ama teoride bu kadar mantıklı olan bir şey, otobüse bindiğinde bağıra çağıra konuşan, etrafını taciz eden, eksi empatiye sahip insanların neden ille de bir(/iki) bölgeden geldiklerini anlatsa da, beyninin bunu algılarken, bir yandan da “bu tür insanlar = bu tür şeyleri yapan insanlar” bilgisini daha da sağlamlaştırmasına engel olamıyor ne yazık ki. Demek ki neymiş, eğitim şart! Neyse, uzun konu, (hayırlısıyla) gelince kapışırız. Postaları neden hep saat 1.30 gibi yazdığıma gelince, benden daha kötüsü de var (mesela Turan). Güya Guben Blogger’ın kodunu yazarken, mesaj kayıt saati olarak sunucunun değil, yazan şahsiyetin lokal saatinin kullanılmasını kodmuştum ama yanlış kodmuşuz anlaşılan, daha da vaktim olmadı düzeltmeye.
Haydi kalın sağlıcakla, sizi seven sururi.