Geçen bölümün özeti: Cuma günü, Bahadır’la Ayça’yı uğurladık. Perşembe günü sonunda Nokia 770’ime kavuştum. Adı konusunda epey bir tereddüt yaşadıktan sonra (memleketi düşünüldüğüne, tanıdığım tek Finli bayan olan Kati Outinen‘den hareketle, Kati demem lazımdı ama, bana Nina tipi varmış gibi geldi — tabii Nina Persson’a olan düşkünlüğüm de bunda belirleyici olabilir) adı Nina oldu.. Bugün, işletim sistemi olan maemo için SDK ve Scratchbox indirdim, akşama üşenmezsem ve becerebilirsem kurma niyetindeyim. Cuma günü Utku geldi bir de sonunda! Gene bir 20 gün kalıp, Arabistan’a dönecek.. Sonra gene cuma günü Sezen geldi ama biraz da onun inekliğinden dolayı çok da görüşemedik. Başka? Başka da bir şey olmadı, günler geçip gidiyor. Bugün dişçiye gittim (Dt. Ercüment Önder – olur da bir gün kendisini google’dan aratırsa 8), ben üç azı dişimi birlikte çekeceğini sanıyordum, meğer prosedür öyle değilmiş, sadece bir tanesini çekecekmiş, ikinci için 15 gün geçmesi gerekiyormuş. Bana seçme hakkı tanıyınca, sol alt, en arka dişimi (daha doğrusu ondan geriye kalanları) seçtim. Demek ki neymiş çocuklar? Sabah-öğlen-akşam, her yemekten sonra fıçı fıçı fıçı fırçalamalıyız dişleri!
Yıl: 2006
dün, bugün, yarın
dün: bahadır’la ayça ankara’daydı, onlarla buluştuk, ayça ile de sonunda tanışmış olduk. yarın öğlen istanbul’a dönecekler ama bugün kar bastırdı, hala da yağıyor, inşallah rahat dönebilirler.
bugün: kar yağıyor.. sabah dişçiyle randevum vardı fakat bugün izin almış olduğunu öğrendiğimden, belirsiz bir tarihe ertelendi şimdi. Mehmet Hoca’nın odasına baktım sabah, Mehmet Hoca -ve dolayısıyla benim cici Nokia 770’im de- anlaşılan bir süre daha rötar yapacak. Dişçiyi bulamayınca, ben de berbere gideyim dedim, saçlarım epey uzamıştı, onların bir kısmından kurtuldum. oradan da çarşıdaki fotoğrafçıya uğrayıp, dün çektiğimiz resimleri basılmak üzere bıraktım. teknoloji ne kadar gelişmiş! ben resimleri makineden bilgisayara, oradan da cep telefonuma aktarmış idim, fotoğrafçıya cep telefonunun hafıza kartını verdim ama aleti okuyamayınca, bluetooth ile aktarmayı gerçekleştirdik, içimden “vay be!” dedim.. aşağıda o resimlerden birini görebilirsiniz efenim.. 8)
yarın: yarın da kar yağacak anlaşılan.. bekleyelim, görelim.
Baho’nun kulaklara dikiz pls.. 8)
Güne güzel başla.. ama saat olmuş 14:03!..
|
Drawn Together, Hande Abla’sına Sevgilerini Sunar.. 8)
(biri Charlie Brown, Peanuts mı dedi?.. )
bu aralar v2.92
bugün günlerden cuma. ankara bembeyaz. çaktırmadan gece yağmış, sabah uyandığımızda hala da yağıyordu, her yer tutmuştu. evde temizlik olduğundan kelli, okula geldim, sabahtan beri de iki bilgisayarla uğraşıyorum – bir tanesi temiz çıktı, o kadar sorun çıkartmadı ama öbürünün ethernet kartının sürücüsünü buluncaya kadar akla karayı seçtim. ayın 3’ü salı imiş, işte o günden beridir pipo içmiyorum. bıraktım öylece. önceden bir süreliğine bırakıp kendimi deniyordum -baştan diyordum ki mesela “3 ay pipo yok emre efendi, haydi bakalım rasgele!” bu sefer süresiz ve tahminim odur ki, temelli olarak bıraktım. bir süredir akşamları jimnastiğe de başladım (“akşam jimnastiği” adlı programımı gece ilerleyen saatlerde -tabii ki banttan olarak- star’dan izleyebilirsiniz 8P ). 80 ufak hareketten oluşuyordu, bir hafta sonra 160’a çıkardım, iki-üç gündür de 200 olarak uyguluyorum. sağlık maratonuma en son evvelsi gün şekere veda ile devam ettim. şimdilik sadece çayı şekersiz içiyorum ama tükettiğim günlük çay miktarı göz önüne alınırsa, bu epey şeker demek. hedefim 300 yaşıma kadar gençliğimi sürdürüp, ondan sonra da yodasal bir hayata doğru yelken açmak (özellikle kulaklar babında). yoda dedim de, aklıma geldi: favori dizilerim arasında bulunan robot chicken ile family guy’ı (hele de family guy’ı) tahtından indirmeye hayli niyetli bir diziyle tanıştım: drawn together. aşağıdaki gibi masum bir resimle yetineyim, yoksa zaten bilen bilir, bilmeyenin de bilmesine gerek yok..
bir süredir stephen amca’dan the stand’e devam ediyorum, karakterler yavaş yavaş kendilerini göstermeye başladı. Stu’dan ümitliyim, bakalım, “kim öle, kim kala..”