ya da bak şu Haruki Murakami’nin bana ettiklerine!
Pazartesi, çarşamba ve cumalar Nargile Günlerim. Gerçi Murakami’nin Wind-Up Bird Chronicle‘ını dün bitirdim ama bitirene kadar da orada oturup epey bu kitabı okumuşluğum oldu. Hazır yeri gelmişken, bu noktada Bay Murakami’den gıyabında geçen günkü söylediklerim için beni affetmesini rica ederim. Kitap, son yıllarda kafamı şöyle bir tutup da beni bir o duvara bir bu duvara vurdurabilen ender kitaplardan oldu. Okurken zaman zaman “Orhan Pamuk Kara Kitap‘ı demek buradan şıftırtmış” kabilinden arsız düşüncelere kapıldıysam da, kiapların çıkış tarihleri böyle bir ihtimali geçersiz kılıyor. Demek ki yazarlarımıza biraz daha güven duymalıymışız… Hem tarihler buna elverseydi bile sonuçta şu bir odadaki saatler mevhumu var.. Kitabın etkisinin biraz geçmesini bekleyip, Norwegian Wood’u da es geçip Hard Boiled Wonderland and the End of the World‘e -daha kalın diye!- başlama niyetindeyim. Ayrıca Orhan Pamuk’tan da özür mahiyetinde Kara Kitap’ı 10 seneden sonra tekrar okuma kararı almış bulunmaktayım, buraya yazıyorum. 8P
Wind-Up Bird Chronicle’da iki karakter beni benden aldı: (tabii ki) May Kasahara ve beklenmedik şekilde Ushikawa (Noburu Wataya’nın adamı).
Kitap bu nargile günlerimle öyle düzene girmişti ki, bir yandan onu okuyor, bir yandan nargilemi tütürüp kafamı iyice boşaltıyordum. Kitabın okuyanda oluşturduğu kayıtsızlık tarif edilebilir gibi değil. Bir gün, gene kitap üzerinde düşünürken, Dimitri Karamazov olsa herhalde bu duruma Fransızca süslü bir tarifte bulunurdu “Stat de l’oblivion..” gibisinden diye aklımdan geçirdim (me and my train of thoughts!..). Kitapta da şöyle bir sahne var: Bay Okada (Mr. Wind-Up Bird) hiç görmediği biriyle buluşacaktır, muhatabı onu nasıl ayırt edeceğini bilmek ister, diğer insanlardan farklı olduğu yanları nelerdir ve kahramanımızın da aklına Karamazov Kardeşlerin isimlerini ezbere bildiği bilgisi gelir 8)
Bu kitabı iyi ki ama iyi ki bundan 10 yıl önce değil de, şimdi okuyorum. O tek gözün (JPS) bana ettiğinden yeni yeni kurtulmuşken bir de bu çekik göze yakalanmak benim açımdan hiç de hayırlı olmazdı şüphesiz!
Netice: Kitabı bulabilirseniz okuyun, tavsiye ederim. Eğer Kara Kitap’ı sevmişseniz mutlaka okuyun.
10 günden fazla bir zamandır blog yazmamışım ama hep aklımda idiniz sevdiceklerim! Hep şöyle yazayım, böyle yazayım diyor, kafamda kuruyor idim. Hesapta bu yazıda nargileden girip, benzerlerine From Hell ve Once Upon A Time in America‘da rastladığımız afyon odalarına geçiş yapacaktım ama beceremedim. Ayrıca nette bu iki filmden alakalı sahnelerin resmini aradım, From Hell için bulamadıysam da, Once Upon A Time in America’dan bir sahne bulabildim. Bkz. Şekil A:
Sonradan Ekleme: Gidip gelip şu yukarıdaki resme baktıkça, onun afyonhane manzarası olduğundan iyice şüphe ettim. Hal böyle olunca da, üşenmedim, filmlerden bizzat kendim alıntıladım. Bkz. Aşağı.
|
Karamazoğlu Biraderler — Emre Bey biraderim, siz acep bu blogu ne zaman yazdınız? Dün ben farketmediysem hata bende, kusur bende, suç bende. Vefekat “statik sayfa” olayına girmişseniz eğer, yine psişmişiz ve Karamazov Kardeşler’e (farklı köşelerden de olsa) dalmışız.
Ha, bi de: Dimitri, Ivan, Alyoşa… 🙂