kara kule – kötü haber

çizgi roman severim ama çooook uzun bir zamandır okuyup da sevdiğim bir Marvel olmadı. ortaokuldayken yoğun bir şekilde örümcek adam tüketirdim, keza fantastik dörtlü ve conan. ama ortaokuldayken. sonra DC’nin Vertigo serisi (tüm o grant morrison’lar, alan moore’lar, hellblazer, preacher..) ile tanıştım (lisede değil ama, yıllar sonra). America’s Best Comics (The League of Extraordinary Gentlemen), Dark Horse (Frank Miller’lar) filan derken, daha çok “indie” (aferin DC’ye) takılmaya başladım. gelelim bugünkü kötü haberimize:

Dark Tower / MARVEL COMICS

Stan Lee’yi de sevmem (Kevin Smith demeyin bana, onun yeri ayrı, o başka Marvel için -de- çalışsa da.)

yüksek yüksek tepelere kule yapmasınlar..

dün gece wolves of calla da bitti sonunda. “Sonunda” yazınca, sanki kurtulduğuma sevinmişim gibi oldu ama doğrusu, bu kitaba diğer kitaplardan daha zor bir şekilde ısınmıştım. önyargılar meselesi. neyse, bir kere sarınca, gerisi hızla aktı gitti bitti.

arka planda tori amos’tan precious things gitmelerde, canlı bir versiyonu (to venus & back). introdan bir müddet sonra, artık şarkı bariz bir şekilde çalınmaya başladıktan yaklaşık bir dakika sonra o konser kayıtlarından çok iyi tanıdığımız bir çığlık yükseliyor, “a-ha, ben biliyorum bu şarkıyı” çığlığı. ben de tam bu noktada dumura uğruyorum: sevdiğin bir şarkıcının konserine gelmişsin, e güzelim senin şarkıyı daha ilk notada bilmen gerekir. dikkat edin, neredeyse bütün konser kayıtlarında bunu görebilirsiniz. bilinçli olarak albüme aktarırken seyirci sesini mi kaydırıyorlar acaba? 8) olmuyor, olmuyor, cık cık cık.. hande bir de kendine grumpy diyordu, görün bakın kim daha grumpy 8) bu arada, grumpy old men’de genellikle aynı açı ve aynı kıyafetler oluyor. tahminimce, bunları bir kerede konuşturmuşlar 2-3 gün boyunca, amcalar bütün içlerini boşaltmışlar, sonra o çekimlerden cut/copy/paste kardeşleri çağırmışlar.. 8) iki hafta kadar evvel, filmlerini pek bir sevdiğimiz Richard Curtis amcanın son filmi The Girl in the Café‘sini seyrettik, hem ne güzel, Bill Nighy de oynuyordu, onu da çok severiz, ederiz. Film beklentilerimize uygun olarak başladı, Bill Nighy nefis bir oyun çıkartıyordu da, film beklentilerimize 180 derecelik bir açı koyarak ilerledi, mesajlar verdi bize, dünya barışı, afrika’daki açlar, kardeşlik.. olmadı yani. evet, bildiniz, kötüyüz biss, değerlimisssiii pise verinssss!

lassie – eve dönüş

güzel bir bayramdan ve en az onun kadar güzel bir bayram tatilinden sonra, işte bugün işbaşı yaptık. Bayramı Ankara’da geçirdim, annem ve abim de istanbul’dan gelmişti, keyifli bir bayram sabahına uyandım yani özetle.

okulu seviyorum, işimi seviyorum. şimdi lab’da oturmuş, bir yandan bunları yazıyorum, bir yandan da masada durmakta olan altıgenlerle (“carbon graphite layers”) dolu kağıtlara yaptığım çizimlere göz atıyorum. makalenin resimlerini hala bitiremedim ama 3-4 tane kaldı.

bayram’ın güzel sürprizlerinden biri de, seta teyzelerin bize gelmesi oldu. seta teyze’nin oğlu sait askerliğini ankara’da yapıyor, onlar da bayram görüşmesi için farida ve melda ile ailecek ankara’ya geldiler. iki ay evvel, ankara’ya ilk gelişlerinde, bengü’nün rahatsızlığından ötürü son dakikada buluşmayı iptal etmek zorunda kalmıştık, bu sefer telafi edebildik. seta teyze, ben kendimi bildim bileli annemin arkadaşı; hal böyle olunca, onlarla birlikte pek çok anımı hatırladım, eski resimlere baktım (bunlardan bir tanesi resim galerisi’ndeki ‘hayat’ kısmında görülebilir).

ve bayramın olayı: amerika’daki pis bir şişko bey‘den telefon aldım! ağzım hala kulaklarımda! 8)

ek olarak: sonunda wolves of calla bu naciz yazarınızı fena halde sardı. sabah iki buçuğa kadar okudum, sonra yatmak zorunda kaldım ama ya bugün ya yarın biter herhalde.. gürer bey, song of susannah‘nın epey acıklı olduğunu söylemişti, ne yapalım, başa gelen çekilir. şahsen Oy yerine, Oy hariç bütün partinin ölmesini gözü kapalı tercih ederdim..