güzel bir bayramdan ve en az onun kadar güzel bir bayram tatilinden sonra, işte bugün işbaşı yaptık. Bayramı Ankara’da geçirdim, annem ve abim de istanbul’dan gelmişti, keyifli bir bayram sabahına uyandım yani özetle.
okulu seviyorum, işimi seviyorum. şimdi lab’da oturmuş, bir yandan bunları yazıyorum, bir yandan da masada durmakta olan altıgenlerle (“carbon graphite layers”) dolu kağıtlara yaptığım çizimlere göz atıyorum. makalenin resimlerini hala bitiremedim ama 3-4 tane kaldı.
bayram’ın güzel sürprizlerinden biri de, seta teyzelerin bize gelmesi oldu. seta teyze’nin oğlu sait askerliğini ankara’da yapıyor, onlar da bayram görüşmesi için farida ve melda ile ailecek ankara’ya geldiler. iki ay evvel, ankara’ya ilk gelişlerinde, bengü’nün rahatsızlığından ötürü son dakikada buluşmayı iptal etmek zorunda kalmıştık, bu sefer telafi edebildik. seta teyze, ben kendimi bildim bileli annemin arkadaşı; hal böyle olunca, onlarla birlikte pek çok anımı hatırladım, eski resimlere baktım (bunlardan bir tanesi resim galerisi’ndeki ‘hayat’ kısmında görülebilir).
ve bayramın olayı: amerika’daki pis bir şişko bey‘den telefon aldım! ağzım hala kulaklarımda! 8)
ek olarak: sonunda wolves of calla bu naciz yazarınızı fena halde sardı. sabah iki buçuğa kadar okudum, sonra yatmak zorunda kaldım ama ya bugün ya yarın biter herhalde.. gürer bey, song of susannah‘nın epey acıklı olduğunu söylemişti, ne yapalım, başa gelen çekilir. şahsen Oy yerine, Oy hariç bütün partinin ölmesini gözü kapalı tercih ederdim..