dün gece wolves of calla da bitti sonunda. “Sonunda” yazınca, sanki kurtulduğuma sevinmişim gibi oldu ama doğrusu, bu kitaba diğer kitaplardan daha zor bir şekilde ısınmıştım. önyargılar meselesi. neyse, bir kere sarınca, gerisi hızla aktı gitti bitti.
arka planda tori amos’tan precious things gitmelerde, canlı bir versiyonu (to venus & back). introdan bir müddet sonra, artık şarkı bariz bir şekilde çalınmaya başladıktan yaklaşık bir dakika sonra o konser kayıtlarından çok iyi tanıdığımız bir çığlık yükseliyor, “a-ha, ben biliyorum bu şarkıyı” çığlığı. ben de tam bu noktada dumura uğruyorum: sevdiğin bir şarkıcının konserine gelmişsin, e güzelim senin şarkıyı daha ilk notada bilmen gerekir. dikkat edin, neredeyse bütün konser kayıtlarında bunu görebilirsiniz. bilinçli olarak albüme aktarırken seyirci sesini mi kaydırıyorlar acaba? 8) olmuyor, olmuyor, cık cık cık.. hande bir de kendine grumpy diyordu, görün bakın kim daha grumpy 8) bu arada, grumpy old men’de genellikle aynı açı ve aynı kıyafetler oluyor. tahminimce, bunları bir kerede konuşturmuşlar 2-3 gün boyunca, amcalar bütün içlerini boşaltmışlar, sonra o çekimlerden cut/copy/paste kardeşleri çağırmışlar.. 8) iki hafta kadar evvel, filmlerini pek bir sevdiğimiz Richard Curtis amcanın son filmi The Girl in the Café‘sini seyrettik, hem ne güzel, Bill Nighy de oynuyordu, onu da çok severiz, ederiz. Film beklentilerimize uygun olarak başladı, Bill Nighy nefis bir oyun çıkartıyordu da, film beklentilerimize 180 derecelik bir açı koyarak ilerledi, mesajlar verdi bize, dünya barışı, afrika’daki açlar, kardeşlik.. olmadı yani. evet, bildiniz, kötüyüz biss, değerlimisssiii pise verinssss!