bu blogu yazmamın birkaç nedeni var, ama öncelikli olanı ille de sevdiğim şairler, şiirler (“vesaireler”) hakkında karşı konulamaz bir yazma isteğim olması değil.
aslında, benzeri bir yazıyı bir hafta önce yazasım vardı – Haydar Ergülen, Attila İlhan’ın vefatı dolayısıyla Radikal’deki yazısında, çok sevdiğim fakat sanırım hiç kullanmadığım bir deyim kullanmıştı: ezber bozan. Ben de, bu vesileyle bir şeyler yazayım demiştim lakin gerek miranda july, gerekse okumakta olduğum dark tower kafamı toparlamama engel oluyordu. ha, hala miranda july var, hala dark tower okumalardayım, orası ayrı.
bu ezber bozan‘la ilgili bir yazı yazmaya karar verir gibi olmuştum gerçi geçen hafta. ama sonra, fikrimi değiştirip attila ilhan hakkında yazayım demiştim, sonra bu fikir de kalıcı olmamış, nitekim en sonunda sevdiğim şairler hakkında yazmaya karar vermiştim. eğer o gün ikinci durak olan attila ilhan hakkında yazacak olsaydım, başlangıcı, Tarık Turna’nın olması lazım, şu dizelerle yapacaktım:
Şairler ölür, şehirler ayakta kalır. |
Bu dizeler yanlış hatırlamıyorsam Orhan Veli ve Ankara için yazılmıştı ama Attila İlhan da İstanbul demek bir bakıma (ya da öyle mi?).
Neyse. Hem zaten Attila İlhan’a da o derece bir düşkünlüğüm yoktur. Birkaç şiiriyle merhaba merhaba durumumuz vardır, inkâr da etmem. Sevdiğim şairleri şöyle bir düşüneyim: Ahmet Haşim, Edip Cansever, Şeyh Galip ilk aklıma gelenler. ikinci turda Cemal Süreya, Turgut Uyar ve Haydar Ergülen var. Bu şairlerden Edip Cansever, Haydar Ergülen ve Cemal Süreya, hayatımın belirli dönemlerine damgalarını vurmuşlardır (High Fidelity’de Rob’un plaklarını dizerken kullandığı sıralama benzeri bir sırayla gelir şiirlerin yerleri).
Haydar Ergülen’i eXpress’te yazdığı yazılarından tanımıştım yanlış hatırlamıyor isem (Düz Yazı: 100 Yazı). En vurulduğum şiiri ise Adam olmuştu. Bir de, Ankara’yı çok sevdiğimden olsa gerek, Şiir ile Ankara‘yı da uzun bir süre yanımda taşımıştım, arkadaşlara okutmak maksadıyla. Kendisi, yazılarından, şiirlerinden tahmin ettiğim kadarı ile epey iyi bir insan ama Lina Salamandre kitabında (Kabareden Emekli Kızkardeş), kapakta kendi adını Lina Salamandre ile aynı büyüklükte yazması biraz kör gözüm parmağına olmuştu (tamam, Hafız’ı da biliyoruz) – bir de reklamcı (da) oluşu sevimsiz gelmişti (Hulki Aktunç da Oğlak’taydı, değil mi?). Böyle negatiflikleri sıralayınca olmuyor tabii. Mesela Eskişehirspor’a sevgisi ve vefa’ya verdiği değer içini ısıtır insanın. Gelelim bugünkü Tozlu Yapraklar köşesine. Önce aşağıdaki resme bir göz atın bakalım:
Şimdi bu resimde soldan üçüncü kişi (sakallı olup da, başının orta yeri açık görünen) Haydar Ergülen. Onun Haydar Ergülen olduğunu biliyorum çünkü o gün ben de oradaydım. Gelelim işin ilginç yanına: ben fark etmemiştim ama bir arkadaşım görüp tanımıştı: altyazıdaki 16 Nisan’a kısmının üzerinde duran başı hafif sağa yatık kişi bendeniz, benim yanımdaki yeşil montlu arkadaş ise Beracığımın ta kendisi! böyle de tesadüfi bir fotoğraftır bu işte.. vardır benim böyle takıntılarım, manyaklıklarım. bir keresinde de, pınar öğünç’e bir mail atmıştım, önceki bir yazısı hakkında, işte yazıyı hem (çok çok güzel bir dergi olan) -yine- Hişt!‘de, hem de şimdi adını hatırlayamadığım bir başka dergide yayınlamıştı ama yazı bir dergide başlıklı, diğerinde ise “başlıksız” başlığı ile çıkmıştı, benim ilgili mail’de de bu bilgiye yer verildikten sonra, “sakın yanlış anlama, takıntılı bir hayran değilim” deyişim aklıma geldi de.. meğerse, evde böyle şair/yazar bebeklerim, shrine’larım filan varmış.. 8) pınar öğünç’ü de çok severim, bu da okuduğum ilk yazısıydı, nefis bir yazıdır..
eveeet, işte böylelikle hem bu yazının sonuna gelmiş oluyoruz, hem de eninde sonunda gerçekleşecek olan bir olayı yapmış oluyoruz: Miranda July’lı giriş, bu mesajdan sonra 5. mesaj olduğundan, artık siteyi açtığımda karşımda olmayacak.. [CEBRAİL – TURUNCU ELÇİ / KURTAR BİZİ!]